Hayatın en zor dönemeçlerinde dahi bir anka kuşu gibi kendini sürekli yeniden yaratan Arlene Avakian’ın (ve anneannesi Elmas’ın) hikayelerinin iç içe anlatıldığı kitap Aras Yayıncılık sayesinde, Meral Camcı’nın çevirisiyle Türkçe’de artık.
Arlene Voski Avakian ile Lion Woman’s Legacy kitabı sayesinde tanıştım. Kitabı ne zaman nerede aldım, hiç hatırlamıyorum. Daha sonra Şirin Tekeli’ye hediye ettiğim için üstüne not düştüysem bile dönüp bakamadım. Ama hayatımı değiştiren kitaplardan biri oldu. Sevgili Fethiye Çetin’in Anneannem kitabı gibi…
Hayatın en zor dönemeçlerinde dahi bir anka kuşu gibi kendini sürekli yeniden yaratan Arlene Avakian’ın (ve anneannesi Elmas’ın) hikayelerinin iç içe anlatıldığı bu kitap Aras Yayıncılık sayesinde, sevgili Meral Camcı’nın güzel çevirisiyle Türkçe’de artık! Arlene Avakian’ın Türkçe baskı için yazdığı çok etkileyici son söze ve e-kitaba Aras Yayıncılık’ın websitesi üzerinden ulaşmak mümkün.[i]
Bu kitapta birden fazla “aslan kadın” var. Biri 1915’in cehenneminden Kastamonu’da üç çocuğuyla birlikte geçen, büyük zorluklara göğüs gererek çocuklarını hayatta ve yanında tutmayı başaran ama askerde olan kocasından bir daha haber alamayan; ardından ailesiyle birlikte Amerika’da yeni bir hayat kurmayı başaran ve hikayesini sevgili torunu Arlene’e “bütün dünyaya anlat” diyerek emanet eden Elmas Tutuyan, ya da soyadının ABD’de yazıldığı şekliyle Tutuian.
Diğeri de bu emanetle uzun yıllar ne yapacağını bilemeyen, kendi hayat yolculuğunda bin bir zorlukla cebelleşirken bir yandan Amerikalı bir “beyaz” olarak Afrika kökenli Amerikalılar başta olmak üzere tüm azınlıkların haklarını tutkuyla savunan bir yandan da cinsiyet eşitsizliği karşısında her alanda mücadele veren ve yıllar sonra yeniden peşine düştüğü anneannesinin hikayesini önce İngilizce yazdığı kitapla tüm dünyaya şimdi de anneannenin anadillerinden biri olan Türkçe çevirisiyle bize emanet eden Arlene Avakian.
Elmas ve Arlene’in pek çok ortak özelliği var. Onları “aslan kadın” yapan özelliklerin başında otoriteyle kurdukları ilişkide en zor durumlarda dahi haklarını aramaktan, kendi gerçeklerini dillendirmekten geri durmamaları; “kurban” kimliğini reddederek hayatlarının özneleri olmaya her koşulda devam edebilmeleri ve çok güçlü birer hikaye anlatıcısı olmaları geliyor. “Aslan gibi kadınsın” sözünün anneanneye ilk hangi bağlamda söylendiğini ve torununun bir hikayeyle ilişkisinin yıllar içinde nasıl değiştiğini kitapta okuyabilirsiniz. Benim burada sormak istediğim soru bu iki “aslan kadın”ın bize, yani Türkçe okura nasıl bir miras bıraktığı.
Elmas ve Arlene’in bir yüzyıla yayılan, Kastamonu’dan İstanbul’a, New York’tan Amherst’e uzanan tanıklıkları hayata, siyasete, soykırıma, hayatta kalmaya, geçmişle yüzleşmeye ve onu bugünde dönüştürmeye dair katman katman bilgelik barındırıyor. Her iki kadın da yaşadıkları dönemin ve bağlamın sınırlarını zorlayarak kendilerini sürekli yeniden doğuran anka kuşları gibiler. Arlene’in kendini sürekli dönüştürme ve yeniden doğurma hikayesinde politik bağlamla kişisel bağlam hep içiçe giriyor.
Feminizmin “özel olan politiktir” sözü bu kitabın her bir sayfasının gizli anahtarı gibi. Arlene toplumsal ve siyasal olanın her birimizin hayatlarındaki özel yansımalarını sorgularken, bizi toplumsal dönüşümle kişisel dönüşüm arasındaki güçlü bağ üzerine kafa yormaya davet ediyor.
Bunu da en başta kendi dönüşüm hikayesini çarpıcı bir samimiyet, dürüstlük ve cömertlikle paylaşarak yapıyor. Eleştiri oklarını ne kendine ne sevdiklerine doğrultmaktan kaçınmayan bir cesaretle, hem kendisini sürekli bir dönüşüme açık tutuyor, hem de iktidarın hayatımızdaki yansımalarını görebilmemiz için okuyucu olarak bize çok sayıda soru ve araç hediye ediyor.
Tabii bu soruları sormak her zaman kolay olmuyor – ne Arlene için, ne de sevdikleri için. Aile ilişkilerinin patriyarkal hallerini ve özellikle siyahlara yönelik bazen örtük, bazen açıkça ifade bulan ırkçı ifadeleri eleştirmesi kitabın aile içinde yok sayılmasıyla sonuçlanıyor.
Benzer bir şekilde, Amerikalı Ermeni bir kadın tarafından kaleme alınan ilk otobiyografik kitap olmasına karşın Aslan Kadının Mirası, Amerika’daki Ermeni diasporasının akademik ve siyasi kurumları tarafından da neredeyse yok sayılıyor. Kitabın ana hattını oluşturan feminist ve ırkçılık karşıtı siyasi duruş ve “kurbanlık” üzerine kurulu tüm kimlik siyasetlerine karşı ifade bulan eleştirel bakış açısı bu kitabı zamanının çok ötesinde bir yere taşıyor.
Bu durum Amerika’daki Ermeni kurumları kadar dönemin feminist akademisi için de geçerli. Zira kitabın merkezinde duran ırkçılık teması ve kurumsal norm halini almış beyaz ayrıcalık ve üstünlük eleştirisi bu zor konularla henüz yüzleşememiş feminist akademiyi de zorluyor.
Aslan Kadının Mirası’nın önemli alt hikayelerinden biri, Arlene Avakian’ın Cornell ve Massachusetts Üniversitesi gibi önde gelen Amerikan üniversitelerinde yürütülen toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarının merkezine “ırkçılık” tartışması ve farkındalığını yerleştirme çabası ve yaşadığı büyük zorluklar.
Kısacası, Aslan Kadının Mirası, Arlene Avakian’ın ne biyolojik ailesinde, ne de akademik ve politik “evi” sayılabilecek Ermeni ve toplumsal cinsiyet çalışmalarında tam anlamıyla karşılığını bulabiliyor. Bu sürecin kapsamlı hikayesini kitabın Türkçe baskı için özel olarak kaleme alınan son bölümünde okuyacaksınız.
Öte yandan, Türkiye’nin resmi inkar siyaseti ve onun uzantısı olan “inkar habitus”undan (Talin Suciyan) uzun yıllar toplum, akademi ve yayın dünyasının da nasibini alması, Elmas ve Arlene’in hikayelerinin bu topraklara ve Türkçeye ulaşmasını da geciktiriyor.
İlk kırılma Hrant Dink ile yaşanıyor. Arlene Avakian, Hrant Dink’ten ancak ölümünden sonra haberdar oluyor ama Hrant’a dair okuduğu her şey onda merak, hayranlık ve yakınlık hissi uyandırıyor. Sabancı Üniversitesi, Anadolu Kültür ve Hrant Dink Vakfı işbirliğiyle düzenlenen Hrant Dink Anısına Atölye Çalışmaları 2009 – Anadolu ve Komşu Bölgelerinde Toplumsal Cinsiyet, Etnisite ve Ulus-Devlet etkinliğine başvurması için onu davet eden e-posta mesajını ilk önce tepkiyle okusa da atölyenin başlığında Hrant Dink adını görmek silmesini engelliyor.
Mesajı gönderen kişinin – ki o da ben oluyorum – antropoloji doktorasının yanı sıra Kadın Çalışmaları Sertifikası olması ve Aslan Kadının Mirası’nı okumuş olması onu atölyeye başvurmaya cesaretlendiren ek sebepler oluyor.
70 yaşında, daha önce ayak dahi basmayı tahayyül etmediği Türkiye’ye gelen Arlene Avakian, anneannesi Elmas’ın hikayesinin yıllar geçtikçe yeni katmanlar kazanan mirasını İstanbul’da dillendirmeye şu sözlerle başlıyor: “Şu anda burada olmanın hayatımın en önemli dönüm noktalarından biri olduğunu biliyorum ama bunun tam olarak ne demek olduğunu anlamam muhtemelen yıllarımı alacak.”
İkinci kırılma 2015 yazında, Arlene’in Türkiye’ye sekizinci gelişinde yaşanıyor. Tam yüz yıl sonra, Elmas Tutuian’ın torunu Arlene Voski Avakian aslan kadının mirasını bu defa “hafıza çakmaları eşliğinde” Kastamonu’da deneyimliyor ve paylaşıyor. Arlene’in Kastamonu’da yaşadıklarını yazdığı Agos yazısı beş yıl sonra hala yankılanmaya devam ediyor: Neredeyse her ay ya Arlene, ya ben, ya da ayrı dillerde ikimiz birden Kastamonulu bir okurdan mektup alıyoruz. Bu ziyaret ve kısa yazı sayesinde Elmas’ın ismi ve hikayesi tam 100 yıl sonra memleketiyle ve hemşehrileriyle tekrar buluşmuş oluyor.
Çemberi tamamlayan üçüncü kırılma ise Aras Yayıncılık’ın 2016 yılında Aslan Kadının Mirası’nı Türkçeleştirmeyi istemesi ve Meral Camcı’nın bu işi üstlenmesiyle oluyor. Türkiye’nin hem akademik hem siyasal tarihinin en zor dönemlerinden birine denk gelen bu süreçte gerek çeviri gerekse Sosi Dolanoğlu, Seda Ateş ile Rober Koptaş’ın titizlikle yürüttükleri editoryal süreç biraz yavaş ilerliyor ama sonunda yerini ve zamanını bulmuş olarak harika bir kapakla yayına hazır hale geliyor.[ii]
Soykırımın 105inci yılına, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün de içinde olduğu “Kadın Tarihi Ayı”na ve Ermeni çalışmalarına taze bir (feminist) soluk getirmeyi hedefleyen Infidelities: New Directions in Armenian Studies[iii]konferansına denk gelen kitap, aslan kadının mirasını Arlene’in devam eden yolculuğu eşliğinde Elmas’ın anayurduna ve ana dillerinden biri olan Türkçe’ye taşımış oluyor.
Aslan Kadının Mirası’nın Türkçe yayınlanması en az iki çemberin tamamlanması demek oluyor. Bir çember, 1915’te eşini ve pek çok sevdiğini acılı soykırım sürecinde kaybetmiş olarak memleketinden ayrılmak durumunda kalan Elmas’ın hikayesinin tekrar anayurduna ve anadiline kavuşmasıyla tamamlanıyor. İkinci bir çember de Arlene Avakian’ın 70 yaşındayken ailesinden Türkiye’ye gelen (anneanne dışında) ilk kişi olmasının yolunu açan kitabın 11 yıl sonra Türkçe yayınlanmasıyla tamamlanmış oluyor.
Bu ikinci çemberin tamamlanmasının çok özel bir anlamı daha var: Daha 2009’daki ilk buluşmalarında birbirleriyle özel bir bağ kuran Fethiye Çetin ve Arlene Avakian artık Aslan Kadının Mirası’nı da paylaşabilecekler. Anneannelerinin hikayelerini yazarak çok kişinin zihnini ve kalbini açmış olan bu iki kadın, (İngilizce çevirisi üzerinden Anneannem kitabı dahil) çok şey paylaşmış olmalarına rağmen, Arlene’in kitabını bugüne kadar konuşamamışlardı. Ve şahsen ben, karşılıklı çevirisini yapacağımı bildiğim bu konuşmayı dört gözle bekliyorum!
Arlene Avakian ve Fethiye Çetin’in arasında 2015’ten bu yana bir kitap çalışmasına yönelik devam eden, benim de üçüncü ses olarak katıldığım sohbetlerin hayatımdaki dönüştürücü etkisini düşündüğümde aklıma hep Hrant ve Rakel Dink’in sık sık tekrarladıkları bir cümle geliyor: Ancak birbirimizle şifa bulabiliriz! Paylaştığımız acılı geçmiş, kendimizi ve hayatı anlama yolculuğunda rehberimiz, yoldaşımız, şifamız olabilecek o kadar çok insandan koparmış durumda ki bizi…
Üstelik burada söz konusu olan salt bireysel bir yolculuk da değil. Bazı dönüşümler ancak kolektif olarak yaşandığında ağır tarihsel döngüler kırılabiliyor. Kısacası, şiddet sarmallarında yeni acılar üretmediğimiz bir bugün ve gelecek istiyorsak birbirimize muhtacız. Fethiye Çetin’in her zaman vurguladığı gibi birlikte gülebilmemizin yolu önce birlikte ağlayabilmekten geçiyor. İçinden geçilemeyen acıların, tutulamayan yasların bizi korku, öfke ve şiddet sarmallarına nasıl hapsettiğini on yıllar boyu deneyimledik ve çokça yeni acı biriktirdik.
Şimdi elimizde başka bir şans var. Aynaya ve birbirimizin aynasına cesaretle bakarak acılarımızla yüzleşmemiz, kendi konumumuzun gerektirdiği sorumlulukları farkederek ve kendimizden başlayarak hep birlikte hayatı daha iyiye, daha güzele doğru dönüştürmemiz ve hep birlikte özgürleşmemiz mümkün. Arlene Avakian’ın 70 yaşında başlayan Türkiye yolculuğu da gösteriyor ki, bunun için hiç bir zaman geç değil!
Peki bunun yolu nasıl bir siyasetten geçiyor? Amerikan akademisi ve siyasetinin yarım yüzyılına Ermeni bir feministin gözünden tanıklık eden bu kitap, bir yandan kimlikleri (özellikle de taşıdıkları ayrıcalıkları ve tarihsel yükleri) çok ciddiye alırken, bir yandan da özcü kimlik varsayımlarına mesafeyle yaklaşan bir siyaset hattı çiziyor.
Arlene Avakian için hiçbir kimlik masum, saf ve değişmez değil, hepsini tarihsel bağlamında ve diğer kimliklerle kesişiminde ele almamız, eleştiri ve dönüşüm kapısını her an açık tutmamız gerekiyor. Bu kitapta ilmek ilmek örülmüş, cesaret ve samimiyetle paylaşılmış mücadele ve farkındalık hikayesi gösteriyor ki kendimizi ve hayatı anlamak bir ömür boyu devam edecek, sürprizlerle dolu bir yolculuk. Ve bu yolculukta birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var!
İçinden geçtiğimiz bu zor zamanlara çok özgün bir ışık tutabilecek ve ilham olabilecek Aslan Kadının Mirası salt bir anı kitabı değil. İki aslan kadının bir yüzyıla yayılan zorlu deneyimlerinden doğan katman katman bilgeliği aktaran bu kitap ve onun üzerinden tanışma şansına eriştiğim Arlene Avakian’ın bana, bize tuttuğu ayna benim için çok dönüştürücü ve öğretici olmaya devam ediyor.
Kendisini ve dünyayı önce anlamak, sonra da dönüştürmek için her daim yeni bir dil ve yöntem arayışı içinde olan Arlene Avakian, bugünlerde Amerikan başkanlık seçimleri için yerel taban örgütlenmelerini güçlendiren Movement Voter Project isimli bir oluşumun içinde yer alıyor. Leonard Cohen’in unutulmaz ifadesiyle, hayatın içinde her daim yeni çatlaklar bulan ve o çatlaklardan sızan ışığı büyüten Arlene Avakian, Aslan Kadının Mirası için kaleme aldığı ek yazıya şöyle başlıyor:
“Yirmi beş yıl önce, İstanbul’daki bir Ermeni yayınevinin Aslan Kadının Mirası’nı Türkçeye çevirip yayımlayacağını aklımın ucuna bile getiremezdim. Anneannem Elmas Tutuian/Tutuyan, 1915’te Kastamonu’da yaşadıklarını anlattıktan sonra arkasına yaslanmış, gözlerimin içine bakarak hikâyesini “bütün dünyaya anlatmamı” istemişti. O zamanlar kimselere anlatmak istememiştim. Kendimi zaten Amerikan toplumunda “derkenarda kalmış” hissediyordum. Bu hikâyeyi başkalarına anlatmak, onu ailemin geçmişinin bir parçası olarak kabul etmek, beni daha da dışarı iter gibi geliyordu.
“Anneannemin benimle paylaştıklarını kimseye anlatmadım, aile fertlerime dahi. Zaten ailemden kimse bana soykırımdan bahsetmemişti. Anneannemin hikâyesi, uzun yıllar boyunca içimde üstü örtülü vaziyette kaldı. Büyürken, onun hikâyesinin benimkiyle iç içe geçmemesi için ne kadar direnirsem direneyim, otuzlu yaşlarıma geldiğimde artık Elmas’ın hikâyesinin hayatımdaki merkezi rolünü kabul etmiştim. Aslan Kadının Mirası 1992’de yayımlandığı zaman, nihayet anneannemin bana verdiği görevi yerine getirmiş ve hikâyesini “dünyaya” anlatmıştım ama şimdi Elmas’ın hikâyesinin doğduğu ve çocuklarını dünyaya getirdiği ülkede anlatılıyor oluşu, beni hem büyük bir hayrete düşürüyor, hem de içimi sevinçle dolduruyor. Elmas’ın hikâyesi bu kitapla anayurduna dönüyor.”
Elmas’ların hikayelerinin, çocuklarının, torunlarının ana yurtlarına dönebildiği bir Türkiye ve dünya için her birimizin atabileceği – irili ufaklı – nice adım var. Bu adımları keşfetmeye ve hayata geçirmeye çalışırken Arlene Avakian’ın kendini dönüştürme, sevgiyi, dayanışmayı, adaleti çoğaltma yolculuğu ve bulaşıcı cesareti hepimize ilham olsun! (AGA/APA)
* Arlene Voski Avakian, Aslan Kadının Mirası / Amerikalı Bir Ermeni’nin Feminist Olma Yolculuğu, İngilizceden çeviren: Meral Camcı, editör: Rober Koptaş, Kapak tasarımı: Melisa Arsenyan, Aras Yayıncılık, Mart 2020, İstanbul, 400 sayfa.
[i] Bu yazı, kitap baskıya girmeden hemen önce Rober Koptaş’ın davetiyle kaleme aldığım sunuş yazısından uyarlandı.
[ii] Etkileyici kitap tasarımı için Melisa Arsenyan’a ve kitabın hazırlanma sürecine katkılarından dolayı Ekin Kurtdarcan ve Lora Sarı’ya ayrıca teşekkürler!
[iii] Deanna Cachoian-Schanz, David Kazanjian ve Veronika Zablotsky tarafından düzenlenen ve Arlene Avakian’ın da konuşmacılarından olacağı Infidelities konferansı 27-28 Mart tarihlerinde Pennsylvania Üniversitesi’nde gerçekleşecekken pandemi nedeniyle ertelendi.