“Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi”, etnik milliyetçiliklerin yanlışlığını görmek açısından çok değerli.
Rene Grousset’nin “Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi” adlı 700 sayfalık büyük eserinde evvela tarihteki Ermenistan coğrafyasını okuyoruz. Sonra “Ermeni – Öncesi Ermenistan” bölümü geliyor. Ermeniler de sonradan gelmiş demek ki. Bu bölümde bugün adları unutulmuş, izleri sadece arkeolojide kalmış çeşitli halklarla karşılaşıyoruz. Ermeniler Kafkas kökenli mi, yoksa Trakya – Frig kökenli mi tartışmasını da okuyoruz.
Tarihin derinlerindeki belirsizlik her ‘cins’ten “köken” iddialarının zırvalığını çok güzel gösteriyor. Sonra “Ermenistan’ın Ermenileştirilmesi” bölümü geliyor. Ardından Helenistik dönem, Roma dönemi ve “Ermenistan’ın Arguşani Kralları” geliyor.
Kitabın 118. sayfasında “Ermenilerin Hıristiyanlığı kabulü” başlıyor. Hıristiyanlık bölgede “Ermenileşme”yi sağlıyor, yerleşik medeniyete geçişi güçlendiriyor, Helenizm’in de taşıyıcısı oluyor. Ermeni kültürünün derinliğinde bu etkenin rolü büyük.
Ve Ermeni Kilisesi ile Bizans Kilisesi’nin kopuşu…
Bu durum Bizans baskılarını artıracak, Ermenilere ilk tehciri Bizans yapacaktır.
İslam ve Ermeniler
Kitabın daha yarısına gelmeden, 285. sayfada “Ermenilerin Tarihi”ne İslam ve Arap faktörü giriyor. Çeşitli Ermeni kabile ve feodalleri bazen Hazar tehlikesine bazen Bizans’a karşı Müslümanlarla işbirliği yapıyor.
Ermenistan Kralı Büyük Aşod, Abbasi ve Bizans imparatorlukları arasında denge diplomasisi ile bir barış dönemi kuruyor. Ermenistan’da bir rönesans gerçekleştiriyor. Bizans ve Arap istilalarıyla ve Ermeni feodallerinin çatışmalarıyla harabeye dönmüş olan Ermenistan’ın 9. yüzyıldaki tasviri: “Topraklar işleniyor, üzüm bağları dikiliyor, zeytinlikler ve fundalıklar yaratılıyor, boş bırakılmış tarlalar ekiliyor, yüzyıllık ağaçlardan meyveler toplanıyordu… Kiliseler inşa etmekle meşguldüler.” Sonraki yüzyıllarda Ermenilerin bahçecilik, zanaat, ticaret ve mimarideki başarıları ve Osmanlı toplumundaki statüleri böyle bir geçmişe dayanıyor.
İstilalar, savaşlar, iç savaşlar, katliamlar… Kitabı okurken bunlarla sıkça karşılaşıyoruz. Urartu medeniyetini Ermeni kabileleri yıkmış. Roma ve Bizans Ermenilere karşı, Ermenilerle beraber Müslümanlar Hıristiyanlara karşı, Bizansla beraber Ermeniler Müslümanlara karşı katliam, talan, yağma yapmışlar. Kendi içlerinde kanlı aşiret ve feodal iç savaşlar da olmuş. Tarihte kimse sadece melek, kimse sadece şeytan değil.
Türkler ve Kürtler
Tarihe iz bırakmadan Pers ordusuyla gelen ve giden Orta Asya ve Hazar Türkleri hariç, Anadolu tarihinde bin yıllık bir süreci açan Selçuklular, kitabın 506. sayfasında devreye giriyor: “Kilikya’ya Ermeni göçünün 1064’te Selçukluların Ermenistan’ı fethinin sonucu olan diaspora’dan çok önce olduğu…”
Ve 619. sayfadan itibaren Alparslan, Malazgirt… Bazı Türk aşiretlerinin çapullarını “Alparslan’ın onaylamadığı ayrı grupların” yapmış olması… Ve Kürtler: “Alparslan Ani’yi fethettikten sonra 1072’de bu şehri yurtluk olarak Kürt hanedanı Benî Şeddâd’a mensup olan Dıvin ve Gence emiri Ebulsevar’ın oğlu Fazl’a vermesi…”
Kitabın 383. sayfasındaki harita ile 436. ve 472. sayfalarındaki “Kürt diyarının sınırı” anlatımlarından Kürtlerin 9. yüzyılda Van-Diyarbekir çizgisinin güneyinde yoğunlaştıklarını anlıyoruz.
Alparslan’ın Ani’yi yurtluk olarak Fazl’a vermesi örneğinde olduğu gibi, Selçukluların Anadolu’yu fethetmeleri Kürt aşiretlerinin de kuzeye göçlerine kapıyı açıyor. Kitap, hem Anadolu tarihini bütünlüklü kavramak için, hem etnik milliyetçiliklerin tarih kurgularının yanlışlığını görmek için son derece değerli.