Aras Yayınları’yla gerçek anlamda tanışmam biraz geç oldu. Birkaç yıl önce Takuhi Tovmasyan’ın Ermeni mutfağı ve çevresindeki yaşam öykülerini anlattığı muhteşem kitabı Sofranız Şen Olsun’u almıştım tesadüfen. Çamaşır günleri pişirilen fasulyenin öyküsünü okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Oradaki tariflerden yemekler yapmadım ama okuduklarım ve onları samimiyetle anlatan yazarı Takuhi Hanım beni çok etkiledi. Onunla ve yayınevi ile böylece tanışmış oldum. O zamandan beri Aras Yayınları’nı izliyorum.
Tokatlı Ermeniler
Bu yıl bastıkları kitaplar arasında Agop Arslanyan’ın Adım Agop Memleketim Tokat’ı bence çok önemli. Bana ait bir öyküsü bile var. Seksenli yılların başında askerliğimi Tokat’ta yapmıştım. Hafta sonları izne çıktığımda, eskici dükkanlarının tıka basa Ermeni damgalı gümüş ve bakır eşyalarla dolu olduğunu görürdüm. Ama Tokat’la ilgili kitaplarda, Ermeni nüfus hakkında doğru dürüst bir bilgi bulamamıştım. Arslanyan, Tokat tarihinin Ermenilerden söz etmeden yazılamayacağını kanıtlıyor. Yine geçtiğimiz yıl içinde çıkan Ermeni Kültürü ve Modernleşme, Ermenilerin Türkiye’nin batılaşma sürecindeki rollerini ortaya koyuyor. Aynı tezi destekleyen bir diğer yapıt da, Osmanlı dönemindeki feminist kadın yazarları tanıtan Bir Adalet Feryadı başlıklı kitap. Görülüyor ki, feministlerimiz tarihlerine genellikle Türk/İslam bir pencereden baktıklarından, bu öncü isimleri es geçmişler.
Aras Yayınları’nın yeni yayınladığı İzi Kalır Hatıraların’da ise, Mayda Saris’in Agos gazetesinde yaptığı röportajların geniş halleri yer alıyor. Tahmin edileceği gibi, röportaj yapılanların büyük çoğunluğu Ermeni. Kitapta başka yerde bulamayacağınız birçok ilginç bilgi var. İzi Kalır Hatıraların’da otuz kişiyle yapılmış söyleşiler var. Bunlardan sanırım pek azının adını duydunuz. Nuri İyem, Sarkis, Raffi Portakal ve Ara Güler dışında, belki tiyatroyla ilişkiniz varsa Agop Ayvaz adını duymuş olabilirsiniz. Ama Ermeni değilseniz diğer isimlere aşina olduğunuzu sanmam. Bu uzaklık önce bir zaaf gibi gelse de, sayfaları çevirdikçe zaaf sandığınız şey bir üstünlük haline geliyor. Yeni bilgiler edinmenin keyfini yaşıyorsunuz.
Herkes kendine göre ilginç bölümler bulacak kitapta. Kimi yıllar sonra Ermeni olduğunu öğrenip hatıralarının izine düşen insanların öykülerine merak duyacak. Kimi de Sakıp Sabancı ile Raffi Portakal’ın yollarının nerede, nasıl kesiştiğini öğrenmekten hoşlanacak. Ben küçük ayrıntıların peşindeydim her zaman olduğu gibi. Sadece ikisini aktarabileceğim burada…
Birincisi rakının tarihiyle ilgili. Geçen yıl Türkiye’de rakıların tarihi üstüne bir makale yazmıştım. Tekelden önceki dönemde sayısı ellilere uzanan rakı markası çıkmıştı karşıma. Bunlar arasında öne çıkan isimlerden biri de Bilecik Rakısı’ydı. Bercuhi Berberyan’la yapılan röportajda gördüm ki kayınpederi Stepan Berberyan kurmuş bu rakıyı. 1928’de Fransa’da düzenlenen yarışmada dünyanın en iyi içkisi seçilmiş ve şeref diplomasıyla ödüllendirilmiş. Ne yazık ki ellerinde tek şişe bile kalmamış.
Bu bizim tarihimiz
İkinci ayrıntı ise caz tarihiyle ilgili. Kısa bir süre önce, tam 102 yaşında aramızdan ayrılan Hermine Kalfayan Sayınar, eşini de anlatıyor. 1968’de ölen Eduard Krikoryan Sayınar, 1930’lu yılların ünlü bir caz bateristi ve dans hocasıymış. Kitabın aktardığı bu türden ilginç bilgiler, milliyetçilik damarlarımız kabardıkça neler kaybettiğimizi daha açık gösterdi bana. Ermenilerin Türkiye tarihindeki yerleri ve toplumsal yaşama katkıları o denli güçlü ki, onları görmezden gelmek kendi tarihini de inkar etmek anlamına geliyor. Tarihi tüm genişliğiyle anlamak için, bu genişliği oluşturan tüm unsurları dikkate almamız gerekiyor. Sanırım, hatıraların izi ancak böyle kalıcı olabilecek..