Kurtuluş Kuvayi Milliye İlkokulu’ndaki en yakın arkadaşım Ceni’ydi. Okulun arka sokağında oturan, sarışın, hafif tombulca, beyaz tenli, aşın iyi niyetli bir kızdı. Ceni ev dışında özellikle de okulda ona Canan dememi ister; ailesinin böyle uygun gördüğünü, Ceni diye çağırmamın onu çok üzdüğünü, böyle devam edersem bana küseceğini söylerdi. Ceni Yahudi’ydi. Ben ise Yahudi ile Müslüman olmanın farklılığının, azınlık olmanın yarattığı sıkıntıların ayrımında olacak yaşta değildim. Çocukça bir acımasızlıktan olsa gerek ona hiçbir zaman Ceni demekten, onu hınzırca kızdırmaktan vazgeçmedim, o ise o kadar yumuşak, yüce gönüllü birisiydi ki bana hiç küsmedi”.
Beni o günlere geri götüren Kurtuluşlu Hüseyin Irmak’ın İstanbul’da Bir Kadim Semt; Yaşadığım Kurtuluş kitabı oldu. Dört yaşında Sivas’tan ailesiyle birlikte Kurtuluş’a gelen Irmak, fotoğraflarla zenginleştirmiş olduğu kitabında, 1970 yıllarının Kurtuluş’unu anlatıyor. İnsanlarıyla, komşuluk ilişkileriyle, Bülent Oran, Nubar Terziyan gibi renkli simalarıyla, evleriyle, pastaneleriyle, manavlarıyla, kırtasiyecileriyle, sinemalarıyla bir çocuğun gözünden, çocukken kurmuş olduğu ilişkilerdeki sıcaklığı ayrıntılarıyla aktararak, bizi o günlerin Kurtuluş’unda hoş, ama bugünden baktığımızda yerinde yeller estiğinden hüzünlü bir yolculuğa çıkartıyor. Hatırat biçiminde yazılmış kitap, Orhan Türker’in Sel Yayıncılık’tan çıkan Osmanlı İstanbulu’ndan Bir Köşe Tatavla isimli kitabıyla birlikte okunduğunda bugün çehresi gittikçe soluklaşan, canlılığını, rengini yitiren semtin yakın geçmişteki göz alıcılığı hakkında oldukça bilgi sahibi oluyoruz.
Eski Kurtuluşluları ve çevresine duyarlı insanları bugün en çok üzen, kuruluş tarihi 1520’lere dayanan bir semtin; Kurtuluş’un, 1990’lı yıllara gelindiğinde İstanbul’un her yanında görülen çevre ve kültür erozyonundan en fazla nasibini alan yerlerden birisi olması. Gün geçmiyor ki eski bir ahşap evin ya da 50’li, 60’lı yılların apartmanının yerine estetik özellikten mahrum, çirkin, dev boyutlarda bir apartman dikilmesin. Kurtuluş’un Tatavla olarak kurulduğu günlerden bu yana semtin ahalisi olan Rumlar zaten 1963–1964 yıllarında yaşanan Kıbrıs gerginliği sonrasında göçmüş, Ermeniler azalmış ve Kurtuluş gittikçe bir taşra semti havasına bürünmekte. Eskiden, benim de çocukluğumdan hatırladığım taze sebzemizi aldığımız bostanlar, yeşil alanlar yok artık. Bugün yalnızca üç beş tane kalmış iki katlı, tipik Kurtuluş apartmanlarından. Hemen bitişiğimizdeki ikisi şu günlerde yıkılıyor (bu yazıyı yazarken bir yandan yan taraftan gelen balyozların sesi kulağımı tırmalıyor). Giriş katında tek başına oturan, kocasını ve bir oğlunu kaybettiğinden daima siyahlar giyen, ismini ne yazık ki bilmediğim, ben de dahil herkesin ona “yaya” diye seslendiği güleç yüzlü yaşlı kadın, evi onu terk etmeden kısa bir süre önce o evini ebediyen terk etti.
Bir iki ay önce ayaküstü, pencere önünde yaptığımız sohbetimizde kırk yıldır oturduğu, birçok anısının bulunduğu evinden çıkacağı için çok üzüldüğünü söyleyerek dertlenmiş, yeni yapılacak apartmandaki herhangi bir dairenin kirasını ödemesinin mümkün olamayacağını dile getirmişti. Ne yapacağını bilmez bir durumda, kederler içindeydi. Bir süre sonra evin içinde düştüğünü ve sonrasında öldüğünü duydum”.
Kurtuluş, hala renk renk manavlarıyla, bu ülkeden ayrılanların veya bu dünyadan göçenlerin arkalarında bıraktıklarının satıldığı antikacı dükkanlanyla, pastaneleriyle (belki de İstanbul’un en çok pastanesinin bir arada bulunduğu semt!), kıyıda köşede kalmış eski apartmanlarıyla ancak bir kaç yıl daha dayanabilir.
Eskinin izleri her gün biraz daha silinmeye çalışılıyor. Bize Kurtuluş’u tanıtan bu güzel kitaplar belki kaybolan değerlerimize sahip çıkmamıza bir ölçüde yardımcı olabilir. Keşke okullarımızda tarih dersi müfredat programında böyle yerel tarihimizle ilgili inceleme kitapları yer alabilse; yaşadığı yere sahip çıkacak bilinçte kuşaklar yetişmesine katkıda bulunacak eğitim programlan gündelik yaşantıya dâhil edilebilse. İstanbul’da Bir Kadim Semt; Yaşadığım Kurtuluş kitabı vesilesiyle beş yaşımdayken beni kedisi Piçon ile evlendirmek isteyerek rüyalarımı kâbusa çeviren, evinde sokaktaki çocukların şerrinden kurtardığı birçok kedi, köpekle yaşayan gerçek hayvan sever Madamcığımı sevgiyle anıyorum. Günümüzde artık olmayan Park Otel’in pastanesinde yıllarca çalışmış, mis gibi kokusunun bütün apartmana yayıldığı paskalya çöreği, bumbar dolması, topik gibi yiyeceklerin ustası, öğlenleri beni uyuturken anlatışını sevdiğim için her defasında aynı ses tonuyla hiç usanmadan, büyük bir zevkle yatağının başucundaki İsa ve meleklerin olduğu bir resmin anlamını, masalsı bir dille uzun uzun anlatan, sevgi dolu Madam Öjeni’yi gün geçtikçe daha çok özlüyorum…