Benim okuma periyodumda kimi kitaplar vardır ki bekler zamana kalır. Kimileri de hemen okunmak ister. Bu kez de öyle oldu. Aras’tan Tomo abi aradı, “sana iki kitap yolluyorum, biri çok ilgini çekecek” dedi.
Bir kaç gün sonra kitap geldi. Hagop Gobelyan’ın “Kızgın Buhardaki Koza”sı. Soyadı tanıdık geldi. Yazarın biyografisini okuyunca hatırladım: yine Aras’tan çıkan “Memleketini Özleyen Yengeç”in yazarı Yervant Gobelyan’ın oğluymuş.
22 Nisan’dı tarih, iki gün sonra da yine sosyal medya kamplaşacak; soykırımdı değildi, onlar da bizim atalarımızı katletti. Toz duman kopacaktı. İyisi mi, “vazgeç bu kısır kör döğüşünden yine edebiyatın gücüne sığın” dedim kendime ve aldım kitabı elime. 350 sayfalık kitabı iki günde okudum. 24 Nisan sabahı okumam bitmişti.
Hani üstat Mıgırdiç Margosyan diyordu ya; “Kim adını ne koyar, nasıl telaffuz ederse etsin. Ermeni meselesi, bizim meselemiz yine biz Diyarbekir Ermenilerinin ifadesiyle ‘Qefle’ydi.”
Gobelyan’ın kitabının hikâyesi de tam da bu; 29 Haziran 1915’te başlayıp 29 Ağustos 1915’te biten iki aylık bir qefle (kafile), ucu toplu ölümlere dayanan bir sürülme, göç ettirilme, yok ettirileceği yola çıkarken belli bir kırım hikâyesi.
Merkez İzmit kırsalı olan ve bir ucu İstanbul öteki ucu Adana Pozantı yolunun zorunlu yol ameleliğine kadar uzanıp ordan da kaçışa dayanan bir hikâye.
Tümüyle kendi ailesi ve ailenin yakın çevresinin yaşadıkları ve iki kuşağın anlatılarının titiz ve edebi işçiliği üzerine epey uzun bir zaman dilimi, üzerinde çalışılarak kurulmuş bir aile biyografisi romanı “Kızgın Buhardaki Koza”
Karakterler o kadar yerli yerine oturtulmuş ki; okudukça içinize işliyor. Pozantı’daki keçi çobanı Kalender ne yapıp edip İzmit’e Bardizag’a, Bahçecik’e ulaşmayı kafasına koymuş olan Artin’e gaipten çıkagelen bir Mesih’tir sanki romanda.
Madam Yvette, Kadri Raşit Paşa’nın Fransız eşi; Bardizag’a ailesine ucunda ölüm olacağını bilerek ulaşmaya çalışan Mıgır(diç) için adeta bir kurtarıcı melek.
Ve sürprizler; Mıgırdiç’e verilmiş mektubu bir kahvede okuttuğu Robert kolejli genç Hagop Martayan’ın yıllar sonra Türk dil kurumunun başuzmanı ve genel sekreteri olacak olan Agop Dilaçar ortaya çıkması.
Yine Mıgırdiç’e adeta korumacılık yapan Kadri Raşit Paşa’nın soyadı kanunu çıkınca aldığı Anday soyadı. Kadri Raşit paşanın yeğeni Cevdet Paşa’nın oğlu Melih Cevdet Anday çıkması…
Kötüler tarih boyunca elbette hep var, bu kaçınılmaz. Ama illa ki iyiler. Hagop Gobelyan en zalim, en acımasız, en vefasız zamanlarda her şeyi göze alarak zarafetini korumayı insan olmanın onuruna yakıştırıp ilke edinen insanlara hak teslimiyeti yapan bir roman yazmış.
“Ben hayvanları keserken ağızlarına bir tutam ot verirdim. Bu adamlar da ‘Hürriyet, Kardeşlik…’ deyip ağzımıza bir parmak bal çaldılar. Şimdi de hepimizi boğazlamanın peşindeler.” niyetinde olanları da bir kez daha hatırlatarak…
Romanın kurgusu çok sağlam. Sanki bir film senaryosuna ön hikâye hazırlanmış gibi…
Toplu sürgün yoluna çıkılırken evden sürgün aileyi çıkaran Şamil Çavuşun ayakları altında çiğnenerek ezilir ipek olacak kozalar çatır çutur. Kaşla göz arasında Hagop bir kaç kozayı cebine koyar.
Sonra sürgün yoluna revan olunur. Hikâyenin sonunda ailenin fertleri birbirine kavuştuğunda Hagop cebinde bir kıpırtı hisseder. Cebini aralar kozalar delinmiş içinden üç tırtıl kanatlanmıştır. Kısacık, kelebek ömürleri kadar özgürlüklerini yaşamak için…
Ve sözün özü şudur ki; hiç kimse kuşku duymasın! Kaybedilen zaman, elbette geri alınır bir gün…