Son günlerde Hagop Mıntzuri’nin iki kitabını okudum. Birincisi “İstanbul Anıları (1897–1940)”, ikincisi “Armıdan/ Fırat’ın Öte Yanı”. Birincisi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan, ikincisi ise Aras Yayınları’ndan yayımlandı.
Hagop Mıntzuri bir Anadolu insanı. “Fırat’ın Öte Yanı”ndan, ya da 20. yüzyıl başlarındaki deyişle “4. Ordu’dan. Birinci kitap Mıntzuri’nin anıları, ikinci kitap ise kısa kısa öykülerden derlenmiştir. Aslında ikinci kitabı “Armıdan”ı da okuyunca insan, bunların da öz yaşamsal öyküler olduğunu fark ediyor. İlk yazıldığında Ermenice azınlık gazetelerinde yer alan bu öyküler yakın zamanlarda Türkçeye kazandırılmış.
Öykülerindeki kahramanları Türk’tür, Kürt’tür, Alevidir, Ermenidir. Mıntzuri’nin yaşadığı, birlikte olduğu bütün insanlar öykülerindedir. Kendisiyle aynı zaman dilimini ve mekânı paylaşan bütün insanlar bu öz yaşamsal öykülerde yer yer alır.
İstanbul anılarında adım adım dönemin İstanbul’unda Beşiktaş’taki yaşamı yalın bir anlatımla bulursunuz. Öbür azınlıkları da padişah ve saray çevresini de anılarda bir çocuğun gözüyle abartmaya kaçmadan bulursunuz. Yine hiçbir abartma yapmadan o günkü yaşam bütün çıplaklığıyla İstanbul anılarında yer almaktadır. Anadolu’dan gelen her Türkiyeli vatandaş gibi, doğduğu, büyüdüğü yer, Mıntzuri’nin köyü, gözünde tütmektedir. Armıdan bir başkadır. Armıdanlı birisini görünce kardeşini görmüş gibi sevinmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde resmi tarihin dışında aşağıdaki halk he yapmaktadır? Anadolu köylüsü ne durumdadır? İşte Mıntzuri’nin anılarında ve öykülerinde biz bunu görmekteyiz. “Benim Memleketimin. Türkçesi” bölümünde, “Bizim memleketin Türkleri, Kürtleri ve de biz Ermenler Türkçe ‘K’ harfiyle başlayan bütün kelimeleri “g” ile söyleriz. Biz k’yı ‘g’ye çeviririz. Bütün doğu illerinde de aynısını yaparlar. Bizim ilçenin Türkçe adı Kuruçay’dır. Biz Guruçay deriz. ‘Guruçay, Fırat’ın sol kıyısında, Kemah’la Eğin arasında derin, kumlu vadileri olan bir bucaktır. Altmış altı parça köyden oluşur. En bilinenleri iki Armıdan’dır”. Mıntzuri’yi okurken Anadolu, özellikle Fırat’ın doğu kıyısının panoramik tablosu gözümüzün önüne gelir. Hagop Mıntzuri insanları ayı rmaz. Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi hepsini sonsuz bir sevgiyle sevdiğini eserlerinde okuyucuya hissettirir.
Halklar arasında yeni duvarların örüldüğü günümüzde, Mıntzuri, Cengiz Bektaş’ın “komşularını” araması gibi:
Agopi taşındı.
Koço gurbette kaldı. Salepçi geçen yıl öldü.
Bozacı neden hala geçiyor kış gecesinde?
İlk lakerdayı yapmıyor artık Jak.
Tenekeci Simon şimdi çöpçü.
Dişçi Onnik zor yürüyor karısının kolunda.
Söyleşiler.
Yakınma. (Dışların İçi, Sf. 22, Cem Yay.)
İçimize sımsıcak barışçı, dostluk duyguları yayıyor.
Şiirimsi bir anlatımı var Mıntzuri’nin, Hagop Mıntzuri, bu toprağın yetiştirdiği bir insanımız. Hepimizin dostu.