Takuhi Tovmasyan’ın kitabı iyi satıyor, kısa sürede üçüncü baskıyı yaptı. İyi sattığı gibi hayli de ilgi gördü, kitaba ilişkin değişik gazetelerde, dergilerde övgü dolu yazılar çıktı.
Doğan Hızlan üstadımız CNN Türk’te Takuhi’yle söyleşti ve Aras Yayınları’ndan çıkan “Sofranız Şen Olsun” adlı ‘yemek-anı’ kitabını okurlarına salık verdi.
Hazır söz Aras Yayınları’ndan açılmışken bir parantez açıp onlara şükranımızı sunmanın tam sırası. Ermeni kültürü, dili edebiyatı ve tarihini Türkçe’ye aktararak Türkiyeliler’e tanıtmayı misyon edinmiş olan ARAS, dokuz yıldır yayınladığı bir dizi eser ve tercümeyle öylesine önemli bir işlev yerine getirmekte ki bunun için kendilerine ne kadar teşekkür etsek az.
Şu var ki ama Aras’ın her kitabı “Sofranız Şen Olsun” kadar satmadı. Peki bu yemek kitabı niye böyle ilgi gördü?
Sanırım bu soru akademik cevap gerektirecek denli ciddi bir analize muhtaç. Sonuçta “Rumeli’nin Çorlu’sundan çıkmış ve İstanbul’un meyhane kültürüne entegre olmuş yöresel bir yemek kitabı” diyerek de geçiştirebilirsiniz pekala.
Ama gelin görün ki öylesi değil. Okuyanı içine çeken bir tılsımı var bu sofranın.
Hadi diyelim, Tovmasyan ailesinin sofrasını paylaşma şansını yakalamış benim gibiler için ayrı bir yeri olsun… İyi de, size ne oluyor kuzum, siz ne buluyorsunuz da saldırıyorsunuz bu kitaba böyle. Açlıktan midenize kramp mı girdi?
Bir çoğunuzun geçmiş yaşantısında, bugün artık tatlı bir nostalji olarak sürekli dile getirdiği bir azınlık öyküsü olduğundan eminim. Yeri geldiğinde bu azınlıklarınızı iç çekerek anımsadığınızdan ve özlediğinizden de asla kuşkum yok.
“Benim babamın ustası bir Ermeni’ydi…”, “Bizim mahallenin Mari Yayası çok güzel pilaki yapardı, parmağımızı yalardık…” “Asker arkadaşım Kevork’la kankardeş gibiydik…” türünden samimi anlatımlar, eminim günlük sohbetlerinizden de hiç eksilmiyordur. Öyle ki bu nostaljik samimi okşamalarınızla aslında bizleri tokatladığınızın farkında olmamanıza da çoktan alıştık.Hatta kendimizi sizlerin antikaları gibi görmeye de.
Hatta hobiniz olmaya da…
Madem “Ciddi bir analiz gerekir” dedim, gelin ciddileşelim o halde. Çünkü sorunun cevabı sadece mideyle verilecek kadar basit değil. Belli ki yemek üzerinden bir başka şey anlatıyor Takuhi.
Oşin Çilingir de zaten sunuş yazısına “yemek bahane” diye başlıyor. Peki yemek bahaneyse niyet ne? Cevabı çok net. Midelik değil bu yemekler… Yüreklik.
Topiki, midye dolmasını, uskumru dolmasını, ciğer bohçasını, fasulye paçasını, dalak dolmasını, çullamayı, cizlemeyi ya da çılbırı sunarken, sadece birkaç gram tuzla iki kaşık yağın tarifini vermiyor Takuhi. Sözünün birazı yemeğin tarifineyse, birçoğu da başka şeylere. Dikkatimi çekti, kitaptaki fotoğraflarda da ilaç için, bir tek yemek fotoğrafı yok.
Sözün kısası… Yemek bahane… Aslolan insanlar. Hani insanlarımız vardı ya… Sizin olanlar… Sonra birden kaybolan… Ve sizin hep anımsadığınız ama niçin kaybolduklarını hiç sormadığınız.
Sözün kısası derinleşmemiş ve sadece yüzeyde kalmış bir meraktan söz ediyorum… Ya da bir tür bencilllikten.
Asıl soru da şu: “Niçin kayboldular?”
Okumanızı öneririm Takuhi’nin “Sofranız Şen Olsun”unu.
Görelim bakalım siz ne bulacaksınız bu kitapta?
Rumeli’nin yemeklerini mi?
Yoksa kaybettiklerinizi mi?
Ya da hâlâ “Ne kadar pilaki o kadar nostalji” mi?