Ermeniceden çevrilen Memleketini Özleyen Yengeç on sekiz tane kısa öyküden oluşuyor. Öykülerde karşılaştığımız karakterler gerçekten yaşamış kişiler gibi görünüyor, çünkü yazarın kitabın sonuna eklediği dizinde hepsi soyadlarıyla birlikte yer alıyorlar ve bazı karakterlere iki ayrı öyküde rastlanabiliyor. Stavro Dimitriyadis hem iki ayrı öyküde hem de dizinde var mesela. Hepsinden emin değilim; ama hikâyelerin bazıları bana gerçekten yazarın başından geçmiş gibi geldi.
Yervant Gobelyan 1923 yılında İstanbul’ da doğmuş, on dört yaşından itibaren de hiç okula gitmemiş. Bir yandan marangozluk, araba tamirciliği gibi işlerde çalışırken bir yandan da kendi kendini dayısının özel kütüphanesinde geliştirmiş. Şimdi de haftalık Agos gazetesinde yazıları ve araştırmaları yayımlanıyormuş. Bu bilgiler daha geniş biçimde zaten kitabın en başında var.
Kitap “Memleketini Özleyen Yengeç” hikâyesiyle başlıyor. Denizden alınıp bir akvaryuma yerleştirilen yengecin denizi özlemesini hayretle karşılayan yazar buradan insanların da memleketlerini özlemesine varıyor, öykü bitiyor. Diğerleri de çok farklı sayılmazlar. Sokak köpeklerinin ve kedilerinin öldürülmesine üzülen çocuklar, pantolonundaki yamadan utanan genç, herkesten dayak yiyen sadık köpek (Bobi), hastanede birinci sınıfı özleyen üçüncü sınıf hasta, yevmiyelerini alamayan işçiler gibi konular seçilmiş. Öykülerin tamamında konular bayağı basit tutulmuş ve bu konular da basit ve naif bir dille anlatılmış. Biraz çocuk kitabı havası var. Yine diyebilirim ki öykülerin tamamında ortak bir hüzün havası hâkim. Biraz önce saydığım durumların getirdiği saf, çocuksu hüzün…
Zaten kısa bir kitap olduğu için üzerine yazılacak çok fazla şey yok. Sade ve kolay anlaşılır bir dili var yazarın. Öyküler de kısa tu tulduğundan çabucak okunabiliyor. Dinlendirici bir kitap sayılabilir.
Söylenebilecek bir başka şey daha: Bir öykü kitabının sonunda dizin bölümü olması ilginç. Mesela sadık köpek Bobi’nin nerelerde gezindiğini merak ederseniz, dizinde onun da ismini ve isminin geçtiği sayfa numaralarını bulabilirsiniz.
Bir de “Bobi” adlı öyküye değinelim. Burada yazar hikâyeyi köpeğin ağzından anlatıyor. Bir köpeğin etrafındaki insanlara (ve kedilere de) nasıl baktığını yaratıcı bir şekilde anlatıyor bize Bobi.
Sondan bir önceki “Ama O Laf da Edilmez ki” adlı öyküsünde yazarın ölüm korkusu yaşadığını hissettim, ayrıca anlatımı da, tarzı da diğerlerinden farklıydı, bu sebeple o hikâyeyi diğerlerinden ayrı tutuyorum. Bana o hikâye ötekilerden daha başarılı gibi geldi, ama genel olarak kitabı ilginç bulmadım.