Arsen Avagyan ve Gaidz F. Minassian tarafından, kaynak tarama yöntemiyle yapılan bu siyasal tarih çalışması, Aras Yayınlarınca 2005 yılında, yukarıdaki başlıkla, kitap halinde yayınlandı. Osmanlı’nın 1890’dan 1914’ün ikinci yarısına dek uzanan siyasal dönemi esas alarak, iki aktör üzerinden ele alınmakta: İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu). Diğer aktörleri ise, Hınçak, Ramgavar, Ahrar Fırkası (sonradan Hürriyet ve İtilaf Fırkası), Makedon Devrimci Örgütü oluşturmakta. 1908 ‘Hürriyet Devrimi’, 31 Mart 1909 Ayaklanması, -ne ilginçtir ki- aynı günlerde olan Adana katliamı, 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912 Balkan Savaşı, 23 Ocak 1923 İTC’ nin Bab-ı âli darbesi, seferberlik ilanı, 1914 Ekiminde Osmanlı’nın resmen I. Dünya Savaşı’na girişi bütün bunlar siyasal yapıların, ittifakların, ayrılıkların, muhalefet- iktidar ilişkilerinin kilometre taşları.
1915′ teki devasa kırılmanın yatağı, 1856’lara dek uzatılabilir. 1878 Berlin Antlaşması (meşhur 61. madde), Abdülhamit dönemi kırımları (özellikle 1894–96), Balkan Savaşı sonrası halet-i ruhiye vb. kesitler, bu kırılmanın tali fay hatlarını oluşturmakta. Birikimlerin tetiklediği asıl fay, çok şiddetli ve korkunç sonuçlarıyla 1915’te kırıldı.
1915’i anlamaya yönelik olarak şimdiye dek okuduğum literatürde, bana en trajik geleni bu kitap oldu. Konuya ilişkin onca roman, öykü, anı, sözlü tarih çalışması varken, nasıl olur da, partilerin hem kendi iç ilişkileri, hem de partiler arası ilişkilerin anlatıldığı bir siyasal tarih kitabı trajik gelir? Salt siyasal belgelerin anı ve kimi diyaloglarla işlenmesi, bunların yaşanmışlık karşısındaki ‘ruhunu’ vermeye yeter mi? Bir başka deyişle trajedi, bu kitabın neresinde?
Trajedinin “Söylencelerden ve tarihsel olaylardan yararlanılarak yazılan, acıklı durumlarla gelişen ve acıklı bir sonla bağlanan tiyatro oyunu” biçimindeki basit bir tanımı bile, bu kitap için yeterli. Ya da bu kitaba ben böyle bir özellik atfederek okudum. Neden? İşte bu yazı, bu soruya yanıt arama, duygumu bilince çıkarma çabasıdır. Daha doğrusu, duygumu bilinçle tamamlama demeliyim çünkü duyguyu, bilincin aşağısında görmüyorum. Öyle duygular vardır ki, bilincin, onun karşısında yapacağı bir şeyi kalmaz!
Neden sorumun yanıtı ‘kaderinin’ örgüsünü büyük ölçüde görüp de bundan kaçış yollarının, konjonktür gereği imkansıza yakın tıkanıklığı içerisinde çırpınan maktulün dünyasında saklı. Trajedi, bu siyasal tarih çalışmasının fonunu oluşturmakta. Bu fonun ayırtına ancak, dönemin sonunun bilinmesiyle varılabilir.
Eğer bir romancı olsaydım, bu kitabı bir ‘yol romanı’ olarak kurgulardım.
“Millet-i hakime” ve “millet-i mahkume” ilmekleriyle başlatıp, devam ettirdiğim tek sarmallı çift örgü, tek sarmallı tek örgüyle biterdi.
Elbette bu çift örgünün içerisinde birçok ara örgüler de olurdu.
Katil ve maktulun yol arkadaşlığının arka planını, gri bir tarihi fona oturturdum. Arka planın desteğinde, bu ‘arkadaşlığın’ birbirlerine duydukları gereksinimlerini, şüphelerini, aldatmalarını, inanır görünmelerini, tartışmalarını, sineye çekmelerini, körleşmelerini, umutlarını, potansiyel olarak taşıdıkları ‘zor’un dışa vuruşlarını, savunmalarını, yanılgılarını, bilenmelerini çaresizliklerini işlerdim.
Bütün bunlar, tek sarmallı çift örgünün gerilim merkezlerini oluştururdu.
Hakim ‘arkadaşla’ mahkum ‘arkadaşın’ yol öyküsündeki renkleri hakim olanın hakimiyetten vazgeçmemesinin, mahkum olanın da mahkumluktan kurtulma beklentisinin çelişkisi üzerine oturturdum.
Mahkum (tabi) olan, yol boyunca bir yandan kendini eşitlemeye çalışıyor, bunun için bir çok taviz veriyor, yanılgılara düşüyor bir yandan da tabi olduğundan yakasını kurtarmanın arayışlarını sürdürüyor. Hakim olan ise yol boyu kimi tehlikeleri tabi olanın sayesinde aşıyor, ona bazen umut vererek kullanıyor ama yolculuğun başından beri ondan kurtulmanın yol ve yöntemleri üzerinde kafa yoruyor. Ondan kesin kurtulacak, ama yer ve zamanını bekliyor. Hakim ‘arkadaş’ için bu kurtuluş, yolları ayırmaktan değil, tabi olan ‘arkadaşının’ fiziki yokluğundan geçiyor. Yolculuğun çağındaki kara iklimle katillik örtüşüyor.
Arkadaşlık görüngüsü altında yoğun bir çatışmanın yaşandığı bu yol öyküsünde tescil edilen ‘kader’, mahkum arkadaşın canında tecelli ediyor.
Millet-i mahkumenin, milleti felaketle noktalanan öyküsünde katilin ve maktulün ruh dünyalarını, insana ait tüm renklerin ışığında irdelerdim.
Bir romancı olabilseydim dener miydim bu denli zor bir işi?.
Başarabilseydim emınım çok iyi bir roman olurdu.
“Ermeniler ve İttihat-Terakki” kitabı, işte bana bunları düşündürttü. Ve ben bu kitabın içerisinde trajediyi izledim.