Aşık kemiği meselesi Kirvem,
Yüce Tanrı önce tüm evreni, ardından da buharla toprağı karıp çamuru, çamurdan da Adem Baba’mızı, onun da kaburga kemiğinden Havva Ana’mızı “kendi sureti”nde yaratıp böylece yedinci gün istirahata çekilirken, erkek ve dişi olarak yaratıp mübarek kıldığı bu ilk insanlara dönüp şunu buyurmuş: “Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olun…”
Kirvem yukarıda bir bölümünü Kitabı Mukaddes’ten aktardığım bu “varoluş” senaryosunun ya da “bilmece”sinin ardından geçen bilmem kaç milyar ay, kaç trilyon güneş, kaç katrilyon yıldız yılı veya insan “aklı”nın, “bilim”in henüz kesin rakamlar belirtmekte zorlandığı “zaman” dilimi süresince Tanrı buyruğu mucibince çoğalıp gele gele geldiğimiz noktada Saatli Maarif Takvimi’nin solgun yapraklarına bakılırsa, “insan” nesli olarak “uzun-ince” yolları tepe tepe nihayet teknolojinin her alanda cirit attığı milenyumlu yıllara toslamışız elhamdülillah!
Nitekim işin bu faslına kadar olan bölümünü “ulema” takımına, “mümin”lere, “bilim adamları”na ya da herkesin kendi kavlince sürdürdüğü “inanç”larına bırakırken, öte taraftan dünya ahvalinin geçmişten günümüze varıncaya kadar uzanıp gelen tatsız-tuzsuz çizgisinde süregelen kavga, patırtı, hır-gür, didişme, çekişme, kan, gözyaşı seline bakılırsa anlaşılan o ki, bu “düzen”in temelinde bir yampirilik var!
Kirvem senin de bildiğin gibi bozuk, yandan çarklı, kokuşmuş düzenlerin hüküm sürdüğü kulvarlarda genellikle “egemen” güçler allem kalem edip veya bir başka ifadeyle hacıyatmazlara taş çıkartırcasına her şeye rağmen ayakta kalmayı “becerirken”, beri yandan bu entipüften düzenin bataklığında debelenip şu ya da bu şekilde bunun ağır faturasını ödeyip ceremesini sineye çekenlerin çığlıkları, feryadları Arş-i âlâ’ya kadar yükselir ama, duyanı koydunsa bul!
İşte Kirvem, kimi erkek taifesince nedense “saçı uzun aklı kısa” kategorisinde nitelenip bir bakıma tepeden bakılıp horlanan kadınların isyanını dile getiren bir kitap, geçenlerde Aras Yayıncılık tarafından “Bir Adalet Feryadı” adıyla yayınlandı. “Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar, 1862-1933” alt başlığıyla okuyucuların dikkatine sunulan kitabın sunuş bölümünden kısa bir alıntı:
“Osmanlı kadınlarının, aile, eğitim, çalışma ve siyaset alanlarındaki özgürleşme mücadelesi 19. yüzyıl ortalarından itibaren başladı. Bu mücadeleyi veren kadınlardan bazıları Ermeni’ydi…
Bu Ermeni feministler nasıl bir dünya tahayyül ediyorlardı onlar için eşitlik ve özgürlük ne ifade diyordu hangi yollarla elde edilecekti? Bu kitap, İstanbul’da doğan ve etkileri Anadolu, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya coğrafyasına yayılan Ermeni kadın hareketinin beş öncü aktivist yazarının (Elbis Gesaratsyan (1830, İstanbul-1911, Kahire) Sırpuhi Düsap (1841, İstanbul-1901, İstanbul) Zabal Asadur (SİBİL) 1863, İstanbul-1934, İstanbul) Zabel Yeseyan (1878, İstanbul-1942, ?): Hayganuş Mark (1885, İstanbul-1966, İstanbul) hayat hikayeleri, faaliyetleri ve yazdıklarına odaklanarak, bu ve benzeri sorulara yanıt bulma yolunda bir girişimdir.”
Kirvem dört yüz sayfayı aşkın bir kitaptan uzun uzadıya bahsetmek bu sütunların sınırlarını hayli zorlar, bu nedenle kısa da olsa yine de bir fikir edinmek babında bizatihi yazarlarına kulak vermek galiba daha doğru üstelik özellikle içinde yaşadığımız şu günlerde ülkemizde sürüp giden kaos, karmaşa ortamında evlat acılarına daha fazla katlanmak istemeyen “ana”ların “barış” adına yükselen feryadları her geçen gün daha da artarken, işte bu bağlamda mesela Zabel Yeseyan’ın o yıllarda, yani 8 Haziran 1911’de kaleme aldığı “Kadın…Barış İçin” makalesi sanki bugün için yazılmış gibi:
“…Belli ki evrensel barışı gerçekleştirmek birkaç yıllık mesele değil. Belirsiz kalan tartışmaların bir sonuca ulaşması, siyasi ve toplumsal pek çok adaletsizliğin giderilmesi, halkların ve cemaatlerin bütün haklarının tanınması gerekiyor. Milletler arasındaki farklılıklar karşılıklı düşmanlığa sebebiyet vereceğine, her millet ve her unsur kendine has özelliklerini koruyarak ve özgürce gelişerek genel bir uyum unsuru haline gelmeli.”
Kirvem, kabul edelim ya da etmeyelim gerçek olan şu ki, dünya ahvalinde ezelden beri “ataerkil” bir düzenin hegemonyası sürüp gidoor, daha da açıkçası erkeklerin borusu ötöör, hatta Tanrı Baba’mız da erkeğin kaburgasından dişiyi yaratırken bu hususta kendi “adalet” terazisinin kefesini bir anlamda erkeklerden yana ayarlayıp “öncü”lüğü “erkek milleti”ne tanırken, öte taraftan yine dünya ahvalinde ortalık hemen her anlamda bugün bu saat nerden bakarsanız bakın affedersiniz ama dingonun ahırına dönüşmüşse adalet, hak, hukukun esamesi bile okunmazken bunun sorumlusu her halükârda sevabıyla, günahıyla “saçı uzun”ların mı, yoksa ne pahasına olursa olsun dizginleri elden bırakmamaya sanki yeminliyken tümüyle saçları dökülüp kabak kafaları ortaya çıkan erkek taifesinin mi?..
Kirvem laf uzadı ama, olmayan aklıma gelip takılan şu soruyu da sormadan edemeyeceğim:
Hani deeroom ki tövbe tövbe, Yüce Tanrı erkeğin “kaburga” kemiğinden dişiyi yaratacağına tam aksine önce Havva Ana’mızı, onun da “aşık” kemiğinden Adem Baba’mızı yaratsaydı, o zaman feleğin çarkı acaba daha da mı düzgün, daha mı tıkırında dönerdi, kim bilir…