Bitmemiş Bir Şiir ve Hrant ve Zahrad

Bitmemiş Bir Şiir ve Hrant ve Zahrad
Agos Kitap / Kirk
Ohannes Şaşkal
01.02.2009

İkna ettiler güvercinleri. Kimse dediler, ateş açmaz

üzerlerine. İnandı Hrant. Gerçi ürkekçe,
inandı bir güvercin olduğuna.
Gel gör ki, ateş açtılar işte!
Öngörmüştü, bir kaç yıl önce söylemişti bana:
– Ayakta olacak ölümüm, dimdik,
Yatarak değil, yatakta…
Yatıversin ışıklar içinde şimdi.
Bize sorarsanız, o hep muzaffer kalacak
Lekesiz bir heykel gibi.
Yukarıdaki satırlar, Hrant’ın aramızdan kopartılışının hemen ardından, Zahrad tarafından Hrant için yazılan ‘şiir’in Türkçe çevirisi… “Şiir” diyorsam, besbelli bitmemiş bir şiirden, tamamlanamamış bir yazınsal metinden söz ediyorum. ‘Şiir’, çatılamamışlığı ve düzyazı görünümüyle, şairine özgü dilsel ve yapısal özniteliklere muhtaç duruyor. Başlıksız tek bir şiiri bulunmayan Zahrad’ın, şiirde tire dışında noktalama işaretlerini tercih etmediği de düşünülürse, söz konusu ‘şiir’in bir taslak metin olduğu, üzerinde bir daha çalışılamadığı apaçık ortada. Evet, tam anlamıyla, şairinin gerçek soluğunu içinde hissedemediğimiz bu ‘şiir’, bir yandan da Zahrad’ın son şiiri olma özelliğini taşımakta.
Bilindiği gibi, Hrant’ın katlinden kısa bir süre sonra, 21 Şubat 2007’nin ilk saatlerinde, Zahrad da sonsuzluğa kanat açacaktı. 7 Şubat günü düşüp kalça kemiğini kırmasının ardından yatağa bağlı kalacak, düşmeden önce kaleme aldığı taslak şiire tekrar dönme fırsatı da bulamayacaktı.
Hrant’ın görkemli ve bir o kadar da vakur cenaze töreninden on gün kadar sonra, Zahrad ve eşi Anais, onları ailece ziyaretimizde, söz konusu ‘şiir’den de söz açmışlardı. Anais Hanım, günlerce gözyaşı dökmüş olmaktan bitkin bir haldeydi. Zahrad’sa Hrant’ın öldürülüşüne son derece tepkiliydi. Bir karabasanın tam ortasındaki insanlar gibi kızgın ve öfkeliydi… Onu hiç böyle görmemiştim. Giderken, “Yine gelin e mi…” demişti. Ben de “Merak etmeyin, geliriz” demiştim. Onu son görüşümüz olacağını nereden bilebilirdim?
Ne acıdır ki, Zahrad’ın, ziyaretimizden üç-dört gün sonra, düşüp kalça kemiğini kırdığını, yatağa düştüğünü, ölümünden iki gün önceki gece duyacak; ziyaretine gitmeyi düşünüp de gidemediğimiz günün ertesinde, sabah 5 sularında ölüm haberiyle sarsılacaktık. O günlerin, sudan çıkmış balık gibi gezindiğimiz gelgitli ruh hali içinde, ne Zahrad’ın düşüşünden haberimiz olacaktı, ne de onu ziyaret etme fırsatımız…

***

2005 yılı, yaz sonunda, Zahrad, bir süre önce Kınalıada’da, Hrant’la arasında geçen ve şiirde sözü edilen o konuşmadan söz açmıştı bana. Yazlık evlerinin düzayak sayılır balkonunda Hrant’la sıkça gerçekleşen karşılaşmalarının birinde, Zahrad her zamanki babacan tavrıyla, ona, onun adına endişe duyduğunu söylemiş; kendine mukayyet olmasını ve kendini ateşe atmamasını telkin etmiş. Hrant’sa çok tehdit aldığını, deyim yerindeyse kelle koltukta gittiğini, ölümünün yatakta değil ayakta olacağını söylemiş. O an bunları duyduğumda içim cız etmişti, ama gaflet içinde olduğumu, ben de geç anlayacaktım. “Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık” diyebilecek kadar gözü pek Hrant, demek, tâ o zamandan durumun yakıcılığının farkındaydı. “Ama ah o yürek… Ah o yürek…”
21 Ocak 2007 tarihinde “Dün ben yüreğimi kaybettim…” diyen Etyen Mahçupyan, yazısının bir bölümünde, Zahrad’ın şiirine gönderme yaparcasına, can yakıcı olanı şöyle ifade edecekti: “Hrant, ürkek bir güvercin olmayı kabullenirken, bu topraklarda güvercine dokunulmadığına güvendiğini söylerdi. Ama bu toplum güvercinlere hep dokundu… Onları sürdü, kültürlerini ezdi, düpedüz öldürdü… Bunu en iyi bilenlerden biri de Hrant’tı elbet. Ama ah o yürek… Ah o yürek…”
Benim de zaman zaman Kınalıada’da yolum çakışırdı Hrant’la… 2006 yazının sonlarıydı. Ada dönüşü, deniz otobüsünden inerken karşılaştık. Yürürken sohbet etme imkânı bulduk. Son derece tedirgindi. Davaların nasıl belalı bir hale getirildiğinden, ama buna rağmen yurdu terk edemeyeceğinden söz etti. Bir ara, kayık iskelesi yanında gözüne ilişen bir balıkçı arkadaşını, samimiyetinin içinde titreştiği o gür sesiyle selamladı. Bu ruh hali içinde bile, laf attı ona. Şakalaştılar. Derken, Mimoza lokantasının önüne geldiğimizde, o yan sokağa sapmadan vedalaştık. Sözümüz bitmemişti ki, ayaküstü bir süre daha lafladık. Neden sonra, iki eliyle kuvvetli bir biçimde omuzlarıma bastırarak, “Hadi Şaşkal, ben buradan ayrılıyorum, görüşürüz” diyerek, çınar ağacının solundaki yan yola seğirtti. O dostluğunu, samimiyetini, işte böyle de ifade ederdi. Hey gidi Hrant… Ellerinin sıcaklığı omuzlarımda hâlâ… Bir daha görüşemedik… Onu son görüşüm o oldu.

***

Bitmemiş bir şiir ekseninde, bir arada anma fırsatı bulduğumuz bu iki sıra dışı ve güzel insanın ardından, geçmiş zaman kipinde yazmak ne acı! Şu ya da bu biçimde hayatımıza girmiş; dahası, yarattıkları düşünsel ve yazınsal, yeni ve bambaşka bir dille, yerleşik algılarımızı sarsıp, etik ve estetik boşluklarımızı doldurarak hayatımızın bir parçası haline gelmiş, gelebilmiş bu iki sahici, bu iki ‘gönlü gani’ yaratıcıyı saygıyla selamlıyorum. Onları tanıdıktan sonra, biz artık o eski bizler değiliz… Onları bir daha göremeyecek olmanın derin acısıyla…

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.