Ardı ardına yayınlanan Ermeni yazarların kitapları Türkiye edebiyat gündeminde yeni bir renk, Türk okuru içinse farklı bir esinti oldu. Gerçi bu kitaplar yeni yazılmış değiller, daha önce, Ermenice yayınlanan Marmara gazetesinde tefrika edilmişler. Yeni olan Türkçeye çevrilmeleri ve Türkçe okur alanına girmeleri.
Türkçeye çevrilmiş olan Ermeni yazarlardan biri kenti, diğeri taşrayı anlatan ikisi üzerinde durmak istiyorum: Kirkor Zohrab ve Hagop Mıntzuri. Bu iki yazarı seçmemin nedeni eserlerinin bende bıraktığı etkilerle birlikte yaşam öykülerinin Türkiye Ermenilerinin tarihsel serüvenini örneklemeleridir.
Erzincanlı bir anne ile Malatyalı bir babanın çocuğu olan Zohrab mühendislik ve hukuk öğrenimi görmüştür. Atılgan ve mücadeleci bir yapısı vardır. Döneminin önde gelen entelektüellerinden biri olur, Çağdaşı Tevfik Fikret’in insancıllığına benzer bir çizgide eşitsizliğin, adaletsizliğin, dinsel ve geleneksel bağnazlığın karşısına dikilir.
O dinamik, ruhu kabına sığmayan bir kişiliğe sahiptir. Birikim ve donanımıyla birçok alanda kendini ifade edebilecek bir yetkinliktedir. Arenaya iyi bir hukukçu, çalışkan bir gazeteci ve çaplı edebi ürünleriyle çıkar, ileri değerler ve gelişimden yana güçler tarafında yerini alır. Çalışkanlığı, atılgan mizacı, entelektüel düzeyi onu Ermenilerin yerel meclisine taşır. Daha sonra Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girer.
Sessiz Gemiler (1911), Vicdanın Sesleri (1909) kitaplarından seçilerek oluşturulmuş “Öyküler”de entellektüel birikimle yoğrulmuş sağlam ve güvenli bir anlatımla halktan insanların yaşantısını iyileştirmek, derinleştirmek için çırpınan duyarlığını o dürüst insan suretini görüyoruz, Onun öyküleri bütünüyle kent yaşantısı ve bu yaşantının ruhsal arka planı, ıstırapları, daha çok da yoksul insanları üzerine kurulu. Kişilerin iç dünyalarının kavranmasındaki başarılı tutum anlatımın psikolojik bir boyut üzerinden yürütülmesinde de kendisini gösteriyor. Zira Zohrab’ın anlatımında olaylar ve insanlar gerçekçi bir derinliğin duyarlığından süzülüyor.
Zaman zaman Tanzimat edebiyatçılarını, daha çok da Ahmet Mithat’ı andıran bir tutumla kahramanları arasında taraf tutuyor, konumlandığı noktadan topluma didaktik açıklamalarda bulunuyor. Edebiyata toplumsal kaygıların eklemlediği bu tarz ne var ki onda Tanzimatçılarınki denli edebiyatı ezmiyor.
Unutuluşun hak etmediği derinliklerine gömülen Zohrab’ın ürünleri Türkçede bütünüyle basıldıktan sonra kuşkusuz daha başka özelliklerinin varlığı da ortaya çıkacaktır. “Öyküler” onun Ermenice olarak yayınlanmış yirmi iki ciltlik külliyatının çok küçük bir parçasıdır. Fakat bu kadarı bile döneminin zirvesindeki yazarlardan birisi olduğunu görmemizi sağlıyor.
Ne acıdır ki iki serserinin mahmuzlanmış hıncı bu gerçek düşün ve edebiyat ustasını kanlı bir trajedinin karanlığına çekip almıştır. Bir başka usta bu öldürüm yumağının düğümlerini çözücü bilgileri vermekte gecikmez. Falih Rıfkı Atay Zeytin Dağı’nda Zohrab’la ilgili aydınlatıcı, fakat hazin notlar düşer:
”Cemal Paşa İstanbul’dan Van Harp Divanı’na gönderilen iki ermeni milletvekilini, Zohrabla Vartkes’i kurtarmak için de Talat Paşa ile uzun yazışmalarda bulundu:
—Bunları bırakınız, Lübnan’a göndereyim, hiçbir ziyan olmaz, diyordu.
Talat Paşa Zohrab ile Vartkes’in tehlikede olmadıklarını temin ediyor yalnız:
—Bir defa mahkemeye gitmeleri lazımdır. Alıkoyamayız diyordu.
Kumandan son şifreyi Baron Oteli’nin alt salonunda ikisine de gösterdi:
Zohrab ağlamaya başladı, Vartkes kapı önünde benim boynuma sarılmış:
—Ben ne ise, fakat bu adamı göndermesinler, diyordu.
( … )
İkisi de gittiler. Birkaç gün sonra Çerkez Ahmet ve Nazım çetesinin Zohrab’la Vartkes’i yolda öldürmüş oldukları haberini aldık.”
Falih Rıfkı’nın deyişiyle Cemal Paşa olayı hazmedemez. Adana’ya Afyon’a emirler yağdırır, katilleri ister.
Tutuklanacaklarını anlayan Nazım ile Mizan gazetesi yazarı Zeki Beyin de katili olan Çerkez Ahmet kapağı İstanbul’a atmışlardır. Ve yüksek mevkilerde bulunan, birçokları tarafından korunmaktadırlar. Cemal Paşa’nın diretmesi sonucu olmakla birlikte Talat Paşa’nın artık bu çapulculardan kurtulma vaktinin geldiğin karar vermesi nedeniyle nihayet katiller Şam’a gönderilir. Günümüzün “şerefli katilleri”nin olduğu gibi banka hesaplarında marklar, dolarlar, tapu kayıtlarında oteller, villalar, yazlıklar, yatlar ve adlarına kurulmuş şirketler yoktur gerçi. Fakat eşyaları arasında kadın yüzükleri, küpe ve mücevher çıkar. Zohrab’la Vartkes’ in başlarına Halep yolunda taşla ezmeleri vesilesiyle çok fazla kirlenmişliklerinin kurbanı olarak Şam’da idam edilirler.
Pars Tuğlacı’nın “Ermeni Edebiyatından Seçkiler” kitabında ölüm tarihleri 1915 olan yazar ve şairlerin yaşam öykülerinde şöyle bir cümle dikkat çeker: “1915 yılında ittihat ve Terakki hükümeti tarafından çıkarılan Tehcir Kanunu’nun uygulanışı sırasında, İstanbul’da birçok Ermeni ile birlikte tutuklanarak gönderildiği taşra yollarında hayatını kaybetti. Tümü şair ve yazar olan Rupen Zartaryan, Rupen Sevag, Levon Larents bunlardan bazılarıdır. Taşra yollarında hayatlarını nasıl kaybettiklerini ise Falih Rıfkı’nın tanıklığından öğrenmiş oluyoruz.