2008’den bu yana çalışmalarını Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Holokost ve Soykırım Çalışmaları Merkezi’nde sürdüren Taner Akçam yeni bir kitap kaleme aldı. Aras Yayıncılık’tan çıkan “Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi” başlıklı kitap vesilesiyle Taner Akçam ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yeni kitabınız sadece bir derleme gibi mi yoksa yeni analizler, bilgiler ya da yeni yaklaşımlar da yer alıyor mu?
Hepsi birden. Yeni yaklaşımlardan başlayayım: Öncelikle kitabın girişinde Ermeni Soykırımı’nın nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin önemli bir teorik perspektif sunuyorum. Özeti şöyle; Ermeni Soykırımı’nı 1878-1923 dönemini kapsayan bir süreç olarak kavramak gerekir. Bu dönemde sadece Ermeniler değil, Anadolu Rumları ve Süryanileri de soykırıma kurban gitmişlerdir. Söz konusu olan bir Hıristiyan soykırımıdır. 1878-1923 döneminde, Anadolu’nun %25-30’unu teşkil eden Ermeni, Rum ve Süryani Hristiyan nüfusu ya sürülerek ya da imha edilerek yok edilmiştir.
Kitapta yeni bilgiler de vardır. Örneğin Ermeni Soykırımı’nın ikinci evresi dediğimiz sürece ilişkin yeni bilgiler veriyorum. Özellikle bugüne kadar pek bilinmeyen Halep’te 1 Ekim ve 9 Kasım 1915’te yapılan iki toplantıya alınan kararlarla ilişkin önemli bilgiler veriyorum. Soykırımın ikinci sürecinin başlaması bu toplantılarda kararlaştırılmıştır. Cemal Paşa’nın, Suriye’deki imhalarda önemli bir rol oynadığı, inanılanın aksine, Ermenilere yardım etmediği ve ikinci imha sürecinin koordinatörlerinden birisi olduğu yolunda önemli bilgiler aktarıyorum.
Kitapta yer alan bir başka yeni bilgi, Süryani soykırımı ve Kürtlerin soykırımdaki rolüne kısmi bazı açıklıklar getirecek yeni belgeleri yayınlamış olmamdır. Bunlar, Erzurum, Bitlis, Van, Elâzığ ve Diyarbekir Valileri tarafından İstanbul’a gönderilmiş 7-8 adet şifreli telgraftır. Telgraflarda Valiler, bazen adlarını da vererek Kürt aşiretlerinin ve Kürt milis alaylarının Hıristiyan köylere yaptıkları saldırıları, yağma ve öldürmeleri rapor etmektedirler. Valiler, İttihatçıların Ermenilere yönelik “yurtsever” politikalarının Kürtler tarafından anlaşılamadığından ve onların yağmacı olduğundan şikâyet etmektedirler. Hatta bu belgelere göre, devlet güçleri ile yerel aşiretler arasında çatışmalar çıkmaktadır. Ben kitapta bu belgelerin ve özellikle de Seyfo olarak adlandırılan Süryani Soykırımı’nın nasıl “okunması” gerektiği konusunda bazı açıklama denemelerinde bulundum. Ama genç araştırmacıların, başka belge ve bilgilere de bakarak daha iyi açıklamalar getireceklerine inanıyorum.
Son olarak da kitap bir derleme, çünkü örneğin, Talat Paşa’ya ait gizli imha emirleri, Emvali-Metrukeler, İstanbul İttihatçı Yargılanmaları, inkarcılığın resmi tezleri (Protestan ve Katolikler sürülmedi; yargılamalar oldu vb.) ve Ege’den Rumların sürgünü vb. gibi konularda daha önce yazılmış bilgileri özetledim. Kitapta, derleme kategorisinde gördüğüm bazı yeni bilgiler de var. Örneğin, soykırımın çeşitli aşamalarına ilişkin daha önce dağınık makalelerde dile getirdiğim bazı bilgileri burada bir arada topluyorum. İmhaya ilişkin ilk kararın, Bitlis ve Van vilayetleri için 1 Aralık 1914’te alındığı, genel imha kararının ise muhtemel 15 Şubat ile 3 Mart 1915 arasında İttihat ve Terakki Merkez Umumisi tarafından verildiği gibi bilgiler bu kategoridedir.
Özetle, elbette bazı eksiklikleri olmakla birlikte kitap iyi bir başvuru kitabıdır, diyebiliriz.
Kitabınızın girişinde Hrant Dink’e bir not var. Dink’in bu konuyu “Soykırım olmuştur, olmamıştır” üzerinden değerlendirmediğini, ancak bir soru üzerine “Soykırım olmuştur” dediğini hatırlatıyorsunuz. O dönemi Dink ile birlikte nasıl geçirmiştiniz?
2007’nin Ocak ayından, Hrant’ın öldürülmesinden önceki haftalardan söz ediyorsunuz. Başka zaman uzun anlatma sözü vereyim. Özetle, bildiğiniz gibi, Hrant soykırım kelimesini hiç kullanmazdı. “Türkler bu kelimeden bu kadar rahatsız oluyorlarsa, mutlaka çok iyi niyetle bunu yapıyorlardır; soykırım kötü bir suç ve Türkler bu suçu kendilerine yakıştırmıyorlar. Olumlu bir boyut görüyorum bu tepkide” gibi çok iyi niyetli bir inanca sahipti. Gerçekten inanmak istiyordu buna. Ama kelimeyi bir sefer, o da çok sıkıştırıldığı bir anda kullandı ve hakkında hemen dava açtılar. Sonra ben, “Hrant’ı niye yargılıyorsunuz, o hiç soykırım kelimesini kullanmıyor ki! Ben her gün kullanıyorum, açacaksanız davayı bana açın”, diye Agos’ta bir yazı yazdım ve bana da dava açtılar.
Ocak 4 mü, 5 mi hatırlamıyorum. Fethiye Çetin, Arat ve ben mahkemeye gittik ifade verdik. Sonra Agos’ta ve daha sonra evinde Hrant’la çok uzun sohbet ettik. Özetle, “ben soykırım kelimesini bilerek kullanmadım, ama bu hassasiyetimi anlamadılar”, dedi. Ve artık “soykırım” kelimesini kullanacağını ve savunmasını da bu temele oturtacağını söyledi. Buna ilişkin hazırlık yapmaya başlayacaktık. Ama görüşmemizin ertesinde öldürdüler onu. Kitabı bu nedenle Hrant’a ithaf ettim. Bu kitap onun düşündüğü savunmanın bir parçası olsun ve soykırım dediği için insanlar bir daha öldürülmesin diye.
Burada bir de zorunlu bir ek yapmak istiyorum. ABD Başkanı Biden’ın 1915’i soykırımı olarak kabul eden açıklamasından sonra, Hrant’a ait, yabancı parlamentolarda alınan kararlara karşı olduğunu söylediği bazı videolar dolaştırılıyor. Bu bana göre, kötü amaç ve niyetle yapılan bir davranış. Herkesin bilmesini isterim ki, Hrant’ın parlamento kararları konusundaki görüşleri de bu videodaki gibi değildi ve evrim geçiriyordu. Bunu en yakından bilen birisiyim ben, detaylara girip spekülasyon yapmak istemem. Ama bilin ki o bugün yaşasaydı, Biden’ın kararını büyük bir gönül ferahlığı ile karşılayacaktı.
Soykırım çalışmalarında artık söylenecek her şey söylendi mi yoksa hala alınacak yol var mı?
Soykırım çalışmaları bitmez. Holokost çalışmaları bir sosyal bilim dalı olarak yerleşmiştir ve bitmeyecektir. Ermeni Soykırımı artık Holokost’tan sonra üzerine en çok çalışılmış soykırımlardan birisi olmasına rağmen hala yolun çok başında olduğumuzu söylemeliyim. Hangi alanlarda çalışmalar yapılması lazım, diye bir liste çıkartacak olsam galiba iki-üç sayfayı geçecek bir liste hazırlardım. Alanımızın asıl problemi, politiktir. Türkiye’nin hala soykırımı inkâr eden tutumudur. Ve bu konuda akademik çalışmaların yapabileceği şey çok sınırlıdır. Soykırım inkarının nedeni, bilimsel bilgi eksikliği değildir. Politik bir karardır ve bu politikanın değiştirilmesi için uğraşmak gerekmektedir.
ABD Başkanı Biden Ermeni Soykırımı’nı kabul etti. Sizce bunun nasıl sonuçları olacak?
İki önemli sonucu olacak: birincisi Türkiye uluslararası planda artık iyice izolasyona itilecektir. Artık Türkiye, bir Kuzey Kore ve Güney Afrika düzeyine düşmüştür, diyebiliriz. Bu izolasyonu Türkiye hak etmiyor. Bu nedenle bu ülkenin geçmişiyle açık ve dürüst olarak yüzleşmesi gerekir. İkincisi, daha önce Kongre’nin aldığı kararlarla birlikte, artık Amerikan Hükümeti resmen soykırımı kabul etmiştir, diyebiliriz. ABD’nin soykırımı kabul etmesi, Almanya ve Fransa’nın soykırımı kabulünden farklıdır. Artık ABD’de Türkiye devleti, Merkez Bankası veya 1915 ile irtibatlı banka veya şirketler aleyhine davalar açılabilecektir. Türkiye’nin başının ağrıyacağını şimdiden söylemek yanlış olmaz.