Yahudi/Edebiyat dosyamızın bugünkü yazısını 24 Nisan olması sebebiyle Ermeni bir ailenin Holokost esnasında ikinci kez yok edilme korkusu yaşadıklarını ele alan bir kitap ile taçlandırıyoruz.
Nancy Kricorian’ın Işık Hep Oradaydı romanı, Hitler ordusunun Fransa’nın başkenti Paris’i işgali sırasında Ermeni bir ailenin İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşadıkları olayları anlatıyor. Romanın baş karakteri Maral günlüğüne yazar gibi kendisinin ve ailesinin başından geçenleri yalın bir dille hikayeleştirirken bir yandan da ailesinin ikinci kez yok edilme korkusunu o kasvetli günlerde nasıl tecrübe ettiğini aktarıyor.
İşgalden taşraya kaçan insanlara katılmayı reddeden Maral’ın babası “son göç bize cehennemi gösterdi zaten” diyerek ailenin zor geçmişine dair okuyucuya ipucu veriyor. Maral’ın kendisinden iki yaş büyük abisi Misak, Ermeni komşuları Kaçaryan’ların oğulları Zaven ve Zaven’in abisi Barkev, Özgür Fransa Hareketi içerisinde her şeye rağmen işgal döneminde mücadelelerini sürdürürler. Bu arada Kricorian, Maral’ın ayakkabı tamircisi babası, dikiş dikerek üç beş kuruş kazanmaya çalışan annesi ve örgü ören teyzesi ile Ermenilerin bilinen zanaatkar portresini kitabında oldukça başarılı bir biçimde çizmektedir. Aynı zamanda ailedekilerin maddi ve manevi zorluk içerisinde yiyecek bulmak için karne ile sıraya girmeleri, akşamları küçük yemek masası etrafında birer tabak bulguru tedirginlikle yemeleri savaşın karanlık tarafını yüzümüze vurmaktadır. Romanda ailenin Paris’e nereden geldiklerinden bahsedilmese bile zaman zaman kendi aralarında yaptıkları konuşmalardan, sürgünde yaşadıklarından ve geleneklerinden Anadolu’dan buraya uzun yol katettiklerine dair ipucu yakalamaktayız. avl
Bir gün, Kaçaryan’ların evinde pencereden Alman askerlerinin tanklarla şehre girişini Maral ve abisi aile ile beraber pencere panjurlarının aralığından izlerken, omzu Zaven’in omzuna temas eden Maral o anın tadını çıkarmak ister ve bir süre öylece bekler. Daha sonra Zaven’in abisinin dikkatli bakışlarını üzerinde yakalayınca utanır ve tekrar askerlerin geçişini izlemeye döner. Kricorian romana sadece olayların değil duyguların da ağırlığını vererek bizi hikayenin içerisine çekmeyi ihmal etmemiştir.
Romanda tarihler açıkça belirtilmese bile Maral’ın en yakın arkadaşı Denise’in ayrıştırılarak yakasına sarı yıldız takmak zorunda kalması, Fransızca öğretmenlerinin bir gün işgalin şaşkınlığı içerisinde gözü yaşlı biçimde son dersini bitirmesi ve Alman askerlerinin Yahudileri ve direnişçileri tutuklamaya başlamaları olay örgüsünü çok kolay takip etmemizi sağlıyor. Maral’ların karşı apartmandaki Yahudi komşuları evlerinden çıkarılırken bebeklerini Maral’ın ailesine emanet ederler ve bir bilinmezliğe doğru yola çıkarlar. Bu durum, Ermeni aile için tam bir deja vu olur ve aynı dehşete bir kez daha tanık olurlar.
Bundan sonraki süreçte romanda korku ve bekleyiş hakimdir. Maral’ın sözlüsü Zaven ve abisi Barkev Alman askerleri tarafından yakalanıp sürgün kamplarına gönderildikten sonra aileleri ve Maral kendilerinden yıllarca haber alamadan beklerler. Maral’ın ve savaştan etkilenen halkın karamsar bekleyişi hikayenin sonraki kısmı için merak duygusu uyandırmaktadır. Georges Perec Şeyler isimli ilk romanında çaresizce beklemeyi “bekleyecek bir şeyi kalmayıncaya kadar sadece beklemek. Sadece dolaşmak ve kendinizi kalabalıklara ve sokaklara bırakmak, hayal kurmadan, sabırsızlık hissetmeden. Arzu, küskünlük sahibi olmadan ya da isyan etmeden var olabilmek” cümleleriyle oldukça güzel tarif etmiştir.
Alman askerlerinin savaş bittiğinde geri çekilmesi üzerine Zaven’in abisi Barkev bir deri bir kemik kalmış biçimde kamptan döner ancak Zaven kampın kötü koşullarına dayanamayarak orada tifoya yakalanır ve ölür. Onların kampta bulundukları süre içerisinde Maral roman boyunca hiçbir zaman kendini bırakmayan güçlü kişiliğiyle boş durmaz ve üniversite eğitimini tamamlar. Aradan geçen zaman ve teyzesini de dahil sevdiklerini kaybetmesi onu giderek olgunlaştırır ve umudunu kaybetmek yerine direnerek yaşamaya devam etmeyi öğretir.
Maral, pazar günleri gittiği kilisede Muş’tan göç etmiş Ermeni genç Andon’la tanışıp iyi anlaşmasına rağmen hem Zaven’den geriye tek hatıra olması hem de kendisine aşık olduğundan emin olması nedeniyle Zaven’in abisi Barkev ile evlenir. Ancak bir bebekleri olduktan kısa bir süre sonra Barkev’i de trafik kazasında kaybeden Maral babasının evine dönmek zorunda kalır. Ya zamanla yaraların iyileşmeden taşlaşmasından ya da Kricorian’ın Maral’a acımamıza engel olma isteğinden roman boyunca Maral karakteri oldukça metanetli bir duruş sergiliyor. Maral’ın acısı, Jose M. Vasconcelos’un Şeker Portakalı’nda tanımladığı gibi “acı çekmek bayılana kadar dayak yemek değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şey”di.
Paris’te Nazi işgaline maruz kalmış bir Ermeni aile ve Yahudi tanıdıkları ile beraber kampta hayatını kaybeden Ermeni genci Zaven, insanların belli bir zamanda ve yerde ortak acılardan geçebileceğini, tarihin tekerrür etmesinden duyulan endişeyi ve kötülüğün bazen dur durak bilmediğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Romanın sonunda Maral’ın yıllar önce tanıştığı Andon’la evlenmesi neyse ki sevginin iyileştirici gücünü ve ışığın hep orada olmasını hatırlatıyor.