Öyle anlaşılıyor ki barış iki tarafın sağduyulu insanlarının çabasıyla kurulacak. Vakit henüz erken, çünkü tarihsel küskünlüğü savunan ve bu küskünlüğün sürdürülmesinden yana olanlar sayıca az olmalarına karşın iki tarafta da hâlâ etkin durumdalar. Taraflar arasındaki düşük yoğunluklu bir sürtüşme dahi bu güçlerin savaş çığırtkanlığına neden olabiliyor.
2001 yılının haziran ayında Türkiye’ye gelerek bir zamanlar anne babasının yaşadığı yerleri gezen Ermeni kökenli Fransız gazeteci-yazar Jean Kehayan diasporadaki barış yanlılarından biri. Fransız solunun entelektüellerinden olan Kehayan, ‘Kırmızı Proleter Sokağı’ adlı yapıtında reel sosyalizme yönelttiği özgün eleştirileriyle tanınıyor.
Kehayan, Fransa’daki Ermeni toplumuyla ters düşmekten kaçınmayan gerçek bir aydın. 1915 trajedisinin neden olduğu yüzyıllık yalnızlığı aşabilmiş, bu trajedinin ruhlarda yarattığı bukağıyı insani duyguya dönüştürmesini bilmiş gerçek bir entelektüel. Bunun içindir ki Ermeni Soykırımı Tasarısı’nın Fransız Parlamentosu’nda yasalaşması üzerine iki Fransız yazarıyla birlikte doğrudan parlamenterlere seslenen bir bildiri yayımlayarak kararın anlamsızlığını ve olumsuzluğunu vurgulamıştı. Bildirideki soru-saptamaya katılmamak olanaksız:
“Aldığınız bu kararla Türkiye’nin ve Ermenistan’ın demokrasi mücadelesine katkıda bulunduğunuzu mu sanıyorsunuz?”
Jean Kehayan’ın 1915 trajedisini değerlendirme tarzında beni etkileyen tutumu, aydın sorumluluğu ile içtenliği oldu. Her sözünde barışı savunan Kehayan, ruhuna sinmiş olan Anadolu kökenli saflığıyla insani dileğini çok içten yansıtıyor: “Hep arzuladığım şey çocuklarımız ve gençlerimizin Türklerle bir masaya oturması ve şu soruyu sormaları: Peki, bundan sonra ne yapacağız?”
Masaya oturmak gerçekten de ilk önemli adım olacaktır. Bu adımı, ne yapılacağına dair temel gündem maddesi izleyecektir. Üç kuşak boyunca biriken duyguların ve koşullanmaların aşılması, iki halk arasında oluşmuş psikolojik uçurumun giderilmesi hiç kuşkusuz zaman alacaktır. Aslında yaşama sevincini çağrıştıran bir “Hişt! Hişt!” sesinin duyulması, barış sürecinin ivme kazanması için yeterli olacaktır.
Jean Kehayan, Ermenileri ve Türkleri, aralarındaki tarihsel kopukluğu besleyen her türlü tabudan kurtulmaya çağırıyor. İstediği tek şey, 1915’te olup bitenlerin sağduyulu insanlarca oturulup konuşulmasıdır. O, gerçeğin, yalnızca gerçeğin gün ışığına çıkması için diyalog istiyor ve kendi adına her türlü güvenceyi veriyor: “Türklerle bir araya gelinmez düşüncesi artık yıkılmalı. Oturup 1915’te neler olduğunu, sadece bunu konuşmak bile benim için yeterli. Ben toprak istemiyorum, para istemiyorum, borç istemiyorum. Ararat’ı da istemiyorum, sadece özgürce gelip gitmek ve hasret gidermek istiyorum…”
Kehayan kaderi, kendi kaderini sorguluyor. Öyle anlaşılıyor ki bu konu onu derinden etkilemiş, yaşamının en anlamlı sorunsalı olmuş: “Düşünün bir kez, ben Anadolu’da bir çoban olabilirdim, ne oldu da Fransa’da gazeteci oldum? Yaşantım boyunca bunun üzerine düşündüm…”
İnsanın dönüp dolaşıp geleceği nokta, sorgulamaktan kaçınamayacağı gerçek, kendi yaşam öyküsüdür. Kendimize hep soru sorar, özyaşamımızın değişik varyasyonları üzerinde yorumlar yaparız. Çoğu kez, yaşamımızın farklı yörüngeler izleyebileceğini düşünürüz ama sonunda yine kürkçü dükkânına döner ve deriz ki: “Her olgu, öyle olması gerektiği için öyle olur.” Bazen de kürkçü dükkânına dönmez, dipsiz bir kuyuda farklı kaderlerin izini sürer ve şöyle deriz: “İnsan kendi kaderini kendisi çizebilir!”
Jean Kehayan da benzer soruyu kendine sorarak kaderine yanıt arıyor ve şöyle düşünüyor: “1915 trajedisi yaşanmasaydı annem ve babam büyük olasılıkla Anadolu’da kalacaklar ve belki de birbirlerini hiç tanımayacaklardı. Ben, şimdiki ben olmayacaktım. Olsaydım bile yazar olmayacak, örneğin çoban olacaktım…” Jean Kehayan, yanıtını hiçbir zaman bulamayacağı düşünsel bir serüvene dalıyor, biri ve sonsuzu sorgulamaya çalışıyor. Onun aradığı hem bir hem de sonsuzdur.
Kehayan, ailesini derinden etkileyen trajik geçmişe karşın Anadolu’yu çok seviyor. Diasporadaki Ermenilerin bu duyguya yabancı olduklarını vurguluyor ve sözlerini duygu yüklü sözcüklerle şöyle noktalıyor: “Buralarda kendimi daha iyi hissediyorum. Bunu söylediğimde Fransız Ermenileri beni deli sanıyorlar, şaşırıyorlar. Ama niçin gizleyeyim, buralar mesela Erivan’dan daha çok çekiyor beni.”