Yok mu cana zerre rahm-ı şefkatin
Âşık öldürmek mi yoksa âdetin?
Çekmeden itmem şikâyet mihnetin
Cana kar etdi kemal-i hasretin
1865’te basılan Ermeni harfli bir şarkı mecmuasından alınan (Pamukciyan, 2002, s. 200) bu hicaz şarkı, ancak bir milletin his ve hayal dünyasını paylaşmayı başarmış ve ortak bir zevki yasayabilen bir kişi tarafından söylenebilir.
Kevork Pamukciyan’ın Ermenice Harfli Türkçe Metinler (Aras Yay. İst. 2002) adli eserini incelerken, yüzyıllarca bir arada yaşamış iki toplumun, Ermenilerin ve Türklerin müşterek zevkleri, ortak dil, kültür ve edebiyatlarına şahit oldum. Dini, dili, kültürü farklı bir milletin, yüzyıllar boyu aynı şehirde, aynı köyde, aynı mahallede, aynı evde huzur içinde ve dostça yaşaması, esasen bilimsel araştırmalara konu olacak değerdedir.
1071’den itibaren Türklerle aynı coğrafyada yaşayan ve aynı kaderi paylaşan Ermenilerin, dinleri, kültürleri farklı olan Türklerle, adeta yekvücut olarak aynı ruh ve coşkuyla hareket etmesi, daha ziyade ortak edebi birikimle meydana getirilen edebiyat eserlerinde görülmektedir. 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Ermeniler tarafından yazılan pek çok eserin, Ermeni harfli Türkçe olması önemli bir husustur.
Bu eserlerin bir kısmının Venedik’te basılması da dikkat çekicidir. Ermeni harfli Türkçe eserler içerisinde dini metinlerin de bulunması ve birçok kilisede bu tür eserlerin okunması da önemli bir ayrıntıdır. Bu konuda, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar Bibliyografyası adında birkaç eser yayınlanmıştır. 2001’de Hayadar Turkeren Kiraganutyuni tarafından yayınlanan Ermeni Harfli Türkçe Edebiyat adlı eser de Türkçenin Ermeniler tarafından ne denli ustalıkla kullanıldığını göstermektedir.
Pamukciyan, Ermeni harfli Türkçe kitapların 1727’den 1968 yılına kadar yaklaşık elli şehirde iki yüzü aşkın matbaada basılmış (Pamukciyan 2002, s. XVII) olduğunu yazmaktadır. Ermenilerin kendi harfleriyle Türkçe olarak yazdıkları eserler içerisinde romanlar, tiyatrolar, Batı ve Doğu klasikleri gibi edebi eserler vardır. 1001 Gece Masalları, Âşık Garip, Köroğlu, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre, Kerem ile Asli, Şah İsmail, Nasreddin Hoca Hikâyeleri ve daha birçok eser…
Oysa bir zamanlar hepimiz Osmanlıydık!
Ermeni harfli Türkçe eserlerin 1915 yılından sonra da basılması ve özellikle yurtdışına çıkan Ermenilerin Halep, Şam, İskenderiye, Paris, Buenos Aires, Los Angeles, New York, Philadelphia gibi birçok merkezde bu tür eserleri yayınlamaları da dikkat çekicidir. Nitekim bu tür eserlerden biri de yurtdışında basılan Ermeni harfli Türkçe son kitap olan Dikran Kireçyan’ın Destan Kitabı’dır. (Buenos Aires, 1968, 101 s.)
***
Burada, çok güzel Türkçe konuşan ve Türkiye’ye hayranlıklarını ifade eden Buenos Aires’teki bazı Ermeni dostlarla 2000 yılındaki görüşmemize değinmeden geçemeyeceğim. Bir konferans vesilesiyle bulunduğumuz Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te Türk büyükelçiliğindeki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlama kokteyline katılan Ermeni dostlarımızla Türkçe sohbetimiz ilerledikçe yeni şeyler öğrendik.
Evde Türkçe konuşan Ermeniler, Arjantinli gelinlerinin de mecburen Türkçe öğrenmek zorunda kaldığını nüktelerle söyledikten sonra, geceyi bizimle birlikte coşku içerisinde kutladılar. En güzel şey de hep birlikte söyledikleri o güzelim İstanbul şarkılarıydı!..
Daha geçen yıl, New York’ta bir arkadaşımın anlattığı bir olay da Ermeni dostlarımızın derin Türkçe sevgisini dile getirmektedir. New York’ta ticaret yapan bir Ermeni’nin, kendisi gibi Ermeni olan müşterisinin İngilizce konuşmasına kızarak “Ne biçim Ermeni bu adam, daha Türkçe bile bilmiyor demesi, uzun yıllar boyunca aynı ses ve musiki terbiyesine sahip olmuş iki millet arasındaki derin bağı da ifade etmektedir.
Ermeni harfli Türkçe şiir mecmuaları, cönkler, ilk mektep kitapları, tarih ve coğrafya eserleri, Esrar-i Aşklar, Tuhfe-i Vehbiler, Meddah hikâyeleri, destanlar, gazel, koşma, şarkı mecmuaları, dua kitapları ve daha birçok eser, kültür, tarih ve dinlerini Türkçe olarak öğrenmeyi tercih eden Ermenilerin bu anlamlı tavırlarını da ortaya koymaktadır. Elbette ki bunda daha derin ilişkiler, belki de Gregoryenliği kabul edip zamanla Ermenileşen Türklerin de etkisi söz konusudur.
Ama sebep ne olursa olsun, 1826 yılındaki Hocapaşa yangınına bir destan yazan Ermeni şair Cudai’nin, Cudai inanma dünya maline / Günde bin şükür et her bir haline / Yangın tarikine arzuhaline / Hifs et ki bulasın şöhret İstanbol (Pamukciyan 2002, s. 7) söyleyişi veya 1905
yılındaki Edirne yangını hakkında Mihran Agasyan’in yazdığı destandaki, Ol sahib-i kudret Tanrı muteal / Vermesin bir daha bu turlu zeval / Tüyler kıpırdıyor (ürperiyor) ettikçe hayal /çıkmaz hatıradan durdukça cihan (Pamukciyan 2002, s. 12) duası, zor günde aynı elemi ve hüznü duymanın ve yaşamanın ifadesidir.
Dede Korkut’u, Nasreddin Hoca’yi bizim anladığımız gibi anlayan, Varadin Harbi için Türkçe destan yazan, varsağı, semai, koşma ve divan gibi nazım şekilleri ve türlerini ustalıkla kullanabilen Ermeni sanatının, bu toprakların duyusundan, idrak ve anlayışından farklı olmayan bir karakter taşıdığı muhakkaktır.
Daha 1926 yılında vefat eden Ermeni şair Âşık Pesendi’nin, yazdığı Divan-ı Meşrutiyet başlıklı şiirinde, Hamd ola Osmanlıyız biz cümlemiz bir erleriz / Kardaşız laubali hem hürriyet perveriz (Pamukciyan 2002, s. 210) diyerek, aynı kaderi paylaştığı milletin bir ferdi gibi hissedebilmesi manidardır.
Osmanlı tarihinde Ermeni asıllı 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 11 müderris ve 41 yüksek rütbeli memurun görev yaptığı dikkate alınırsa, 1914 yılına kadar, iki toplum arasında hemen hemen hiçbir sorunun yaşanmadığı ve genel bir tabirle Ermenilerin millet-i sadıka olarak daima değer gördüğü de anlaşılır.
İşte bütün bunların farkında olarak, Amerika’daki Ermeni dostlarıma hep şunu sordum: Peki ne oldu da bu derece ortaklığa ve birliğe sahip bu iki toplum, bir anda düşman oluverdi? Bütün bunları aklıselim ile değerlendirmek ve aynı coğrafyada uzun süreli komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesini esas alarak yeni siyaset anlayışlarına kapı açacak bir tavır sergilemek şarttır!..
Ermenistan’ın ve diasporadaki Ermenilerin menfaati, gerilim yaratmada ve olmayacak birtakım hesaplara girmede olmamalıdır. Hayatlarında ne Türkiye’ye girmiş ne de Ermenistan’da yaşamış çevrelerin, sadece düşmanlıktan beslenmek uğruna, yüzlerce yıl bir arada yaşamış iki kardeş toplumu birbirine düşürmesi, Ermenistan’ı zaafa uğratarak daha da fakirleştirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Üstelik diasporadaki Ermenilerin çoğu da gelip bu ülkede yaşamayı asla düşünmemektedir.
Elektrik, su, güvenlik, gıda vb. birçok açıdan sorunlar yasayan Ermenistan’ı Türkiye’ye yakınlaştırmaktan alıkoyan tehditkâr tavırlar, politikalarını düşman yaratma ve düşmana duyulan kinle beslenme alışkanlığından gelmektedir.
Aslında yurtdışında yaşayan Türkiyeli Ermenilerin oluşturduğu edebiyat ürünleri buram buram Anadolu kokar. Bu eserlerin (bir kısmı Türkiye’de yaşayan) yazarları, Anadolu insanıyla bir arada geçirdikleri mutlu ve mesut günleri büyük bir heyecan ve özlemle anlatırlar.
Atina Tuzun Var mı? (Hagop Mıntzuri), Gâvur Mahallesi (Mıgırdiç Margosyan), Güvercinim Harput’ta Kaldı (Hamasdeğ), Kapandı Kirve Kapıları (H. Mıntzuri), Konuş Halil Bey Konuş (Raffi Kebabciyan), Memleketi Özleyen Yengeç (Yervant Gobelyan), Özgürlük İki Adım Ötede Değil (Meline Pehlivanyan) vb. birçok edebi eserde, Türklerle huzur içinde bir arada yaşamış Ermenilerin yarım kalan mutlulukları ve memleketlerinden ayrı kalmanın buruklukları seziliyor.
Bu bakımdan Türkiye dışına çıkan Ermenilerin büyük bir kısmı Türkiye’deki rahatı, keyfi ve huzuru bulamamıştır. Üstelik bu insanlardan Yunanistan’a, Avrupa’nın birçok ülkesine ve Amerika, Arjantin gibi ülkelere göç edenler, aynı dine sahip oldukları bu toplumlarda kimlik bunalımı yaşamaktan kurtulamamışlardır.
Bugün dünyanın birçok yerinde, Türk marketlerinden Anadolu’nun inciri, kuru üzümü, çayı ve biberini satın alan ve kendisini bu toprakların damak zevki ve yemek kültürüne ait gören, yozlaşmamış bir hayli Ermeni var. Türkiye’yi hiç görmemiş ve Türklerle bir arada yaşamamış ve Türk düşmanlığını tamamen bir var olma sebebi haline getiren Ermenilerin aksine, uzun yıllar Türklerle bir arada yaşamış, komşuluk yapmış, kederde ve kıvançta bir arada bulunmuş Ermenilerin Türkiye özlemi, Ermeni edebiyatında her zaman bir vatan hasreti motifi halinde işlenmiştir. Türkiyeli Ermenilerin dünyanın hiçbir yerinde, bütün iyi şartlara rağmen unutamadıkları komşuları, köyleri, evleri ve Türk dostları, meydana getirdikleri edebiyat eserlerinde sürekli ana temayı oluşturmuştur.
Müslim gayr-i müslim hep kardaşlaruz
Bu eserlerde derin daüssıla duygusu hakimdir. Bu da aslında her iki milletin tarihi beraberlikte uyum içerisinde, barış ve huzurlu bir ortamda yasamış olduklarını göstermektedir. Öyle ya, insanlar zulüm gördükleri, aşağılandıkları, can güvenliği bulamadıkları bir yeri niçin özlesinler ki?!..
Türkiye hasreti, kirvesinden, dostundan, arkadaşından ayrılmanın buruk hüznü ile birlikte, bir Türkçe sevgisini de içinde taşıyor. Çünkü bu insanlar, Anadolu’da yaşadıkları müddetçe hep Türkçe konuştular! Yukarıdan beri bahsedilen Ermeni harfli Türkçe eserler, Anadolu Ermenilerinin de ana dillerinin Türkçe olduğunu ortaya koyuyor. Ermeni bestekârlar, şairler, sanat adamları, dili en iyi biçimde kullanan ve Türkçenin ses sırlarını algılamış insanlardır.
Nitekim yurtdışındaki Türkiyeli Ermenilerin, hatta onların çocuklarının hala Türkçe konuşması da bu insanların Türk milletiyle paylaştıkları en önemli değerin, ortak dil olduğunu da vurguluyor. Türkçe ninnilerle uyuyan, Türkçe şarkılarla büyüyen ve duygularını, kederlerini bu dil ile ifade eden insanların, Türkçeye hayranlığı konusunda onlarca anekdot var. Bu hususta, Meline Pehlivanyan’ın babası Aram Pehlivanyan’ın şiir kitabının girişine yazdığı şu satırlar, derin bir Türkiye ve Türkçe özlemini vurguluyor:
Göçmen olmanın kendisinde uyandırdığı duygulara ilişkin tek söz etmezdi. Ancak ona dikkatlice baktığımda İstanbul’a, eski dostlarına, doğduğu ülkenin iklimine ve mutfağına duyduğu özlemi kolayca görebilirdim. Çalışma masasının üzerinde, dostu Nazım Hikmet’in fotoğrafının yani başında, daha küçük boyutta siyah beyaz bir fotoğrafta Kızkulesi görülürdü. Babam doğduğu ülkeden ayrıldığı günden itibaren bu fotoğrafı, gittiği her yere beraberinde taşıdı.
Onun, ülkesine duyduğu özlemi anlatabilmek için Karadeniz kıyısında Soci’de yaptığımız iki haftalık tatili hatırlamam yeterli. Babam, sık sık balkonda oturur, elindeki portatif radyoda Türkçe bir istasyon arar ve uzun süre tek kelime etmeden İstanbul’un bulunduğu yöne doğru bakıp denizi seyrederdi. (Aram Pehlivanyan, Aras Yay. 1999, Şairin kızı Meline Pehlivanyan’ın, kitabın 101. sayfasında Babama ilişkin birkaç anı adlı yazısından.)
Bugün en azılı düşmanların bile aynı birliklerde yer alması, dünün farklı bloklarının, ortak amaç ve gayeler ve ortak çıkarlarla bir araya gelmesi, herkesin hesaplarını yeniden gözden geçirmesini şart koşmaktadır.
Sözlerimize, Ermeni şair Âşık Pesendi’nin İttifak (Pamukciyan 2002, s. 213) adlı şiiriyle son verelim:
Ger dilerseniz vatan olsun asud(e)
Evvela lzzim olalım yek vücud
Derdimiz birdir bizim ağlar yürek
Her cihetle dermanı bizden gerek
(Nakarat)
Birader-i kalb-i pak
İdelim biz ittifak
Sevgili vatan için
Eyleyelim sine pak
Müslim gayr-i müslim hep kardaşlaruz
Cümlemiz derd-i vatandan ağlaruz
Biz verelim can u dilden el ele
Etmesin kimse hariçden velvele
(…)
Kaffemiz Osmanlıyuz unvan ile
Gezeriz ta hasre dek bu san ile
Ayru gayru bilmeyuz vatandaşuz
Bi-şüphe vatandaşuz hem kardaşuz…
Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz.:
1. Kevork Pamukciyan, Ermenice Harfli Türkçe Metinler Aras Yay. İst. 2002.
2. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı üzerinde Tesirleri Edebiyat
Araştırmaları, TTK. Ank. 1986, s. 239–269.
(*) Hepimiz Osmanlıyız!