Edebiyat, en güçlü nefes alıp verişini şiirle gerçekleştiriyor.
Şiirin vicdan ve uygarlık dışında başka hiçbir sermayesi yok çünkü.
Şiir işi hesaba kitaba gelmez ne dünyevi, ne uhrevi, ne etnik, ne siyasi, hatta ne de eğitsel.
Çünkü şiir, hakikiliğin (ve hakikatin) tartıldığı tek şeydir.
Edebiyatın bu hayati beslenme kaynağı, aynı zamanda gerçek bir sonsuzluk da içerir. Zaten başlangıcı da yoktur sonsuzdan gelir, sonsuza gider.
Bu yüzden bir şiiri okurken idrak etmenin hazzı da insanda adeta bir sonsuzluk/ölümsüzlük duygusu yaratır derinlerde.
Karin Karakaşlı, gönlünü gümüşle ışıldatıyor:
“Benim gönlüm gümüş
Kararıyorum bazen doğru
Yine de içimde saklı ayışığım
Korkacak korkum kalmadı
Kutunun içindeki her şey dökülmüş”
Benim Gönlüm Gümüş, Karin Karakaşlı’nın ilk şiir kitabı. Ve bana göre onun şiir yolu çok açık.
Şiire inanmış zira mısralarında yüzünü, sesini açıyor okuruna.
Benim Gönlüm Gümüş, zamanı da farklı bir boyutta şiirleştiriyor zaman, artık insanın dışında değil, adeta onun içinde:
“Doğum anıydı / Zamanı geldi, dedi zaman / Önce sular azaldı içerde sonra yer / Derken o iteleyen / öteleyen / sancı haykırdı // dışarı dışarı // Araftaydı bebek / artık içrelemeyen kalınmazla / henüz içrelemeyen varılmazın / arasında / ramak kalasında kainatın // Derin bir nefes aldı zaman // can nefesi // ve sanki yırtıldı ananın içi // çığ / lık / çığ / lık // Zamanın nefesiyle doğdu bebek / soluk soluğa yaşamaya” (Zamanın Nefesi)
Karin Karakaşlı’nın şiirinde yer alan heceler, kelimeler, mısralar bir insanlık nabzı gibi atıyor.
Kalemi o kadar çok şey görmüş ki…
Ve bu kalem sanki sadece ona ait değilmiş gibi…
Binlerce yıldır uygarlıktan uygarlığa, elden ele, sesten sese geçmiş bir kalem hissi doğuruyor insanda:
“Kutsal kitapların sayfalarından / kanat çırpmış da / bugünümüzün acziyetine konmuş / güvercin, kan revan içinde / Simgesi kılındığı barışı / bir palyaçonun gülümseyişi gibi taşır / hüzünlü ve kara mizah bir iğretilikte” (Güvercin Seyahatnamesi)
Hayatı, bir güvercinin kanatları altına sığınıp uçarak yaşayabilsek demelere de getiriyor şair. İşte o zaman, zaman da başka türlü akacaktır elbet: “Onlar beni buldukça / tamamlanır çember zaman / Elbet tutamam / ne güvercini ne zamanı ama / Gidilen yolların / konulan dalların / bir anlamı olur, / bir güvercinin peşi sıra / uçarken hayatı.”
Karin Karakaşlı’nın şiiri, insanı yeniden yaşamalara sürükleyen ve ömrüne değişik anlamlar yükleyen bir poetika durumunda daha şimdiden. Bu şiirin okurda sağladığı izlekte –dolaylı ya da dolaysız- ön planda aşk var bana göre. Ancak bu aşk, doğadan insana, insandan insana gelişen çok geniş bir yelpazeye sahip.
Benim Gönlüm Gümüş, dil ve üslup açısından kendi ritmini bulmuş bir sese sahip. Bu seste aynı zamanda kırılmışlıkların umutsuzluğunun umudu var: “Kör karanlıkta gümüş alınlık / gibi taşırım umudumu / aylanır, nurlanır kem gözlere inat.”
Karin Karakaşlı’nın şiiri acısını içine gömmüş, zaman üstü tortulaşmaların trajikleştiği gizli bir şiir aslında. O belki de bir çaresizliği şiir formuna sığınarak hafifletmeye çalışıyor.
Zamanı her ne pahasına olursa olsun –özellikle geçmişi- aşmak lazım çünkü yaraların içine gömülmüş olsa da:
“Taşlar tortusu dinmiş / zamandan başka ne ki // İçimde taş gibi oturmuş / zamanlar, kimsenin bilmediği.”
Benim Gönlüm Gümüş, onurlu bir şiir yolunun velut ilk adımlarının seslerini etkileyici bir biçimde duyuruyor okuruna.
Karin Karakaşlı’nın şiirini ütopik de olsa, bütünüyle mutlu bir dünya ve insanlık tasavvuru içinde şu mısralarıyla hatırlamak isterim hep:
“Gözüme yıldız kaçmış / Tenimde istiridye renkleri / Isırıklı elma kokusu / Saçımda deniz yeli gizli / Aşk güzelleştirdi beni.”
İlk öykü kitabı Başka Dillerin Şarkısı ile 1998’de Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazanan, 2002’de Can Kırıkları adlı ikinci öykü kitabı, 2005’te de Müsait Bir Yerde İnebilir miyim? adlı romanı yayınlanan, ayrıca Cumba adlı bir deneme kitabıyla Ay Denizle Buluşunca adlı bir de çocuk romanı bulunan Karin Karakaşlı’nın şiir yolu açık olsun.