Kayıp bir Kumkapı masalı

Kayıp bir Kumkapı masalı
Sabah Kitap Eki
Karin Karakaşlı
29.12.2010

Ara Güler’in 1952 tarihli siyah-beyaz fotoğrafları ve röportajı, semtin Ermeni balıkçılarını bugüne taşıyor.

 

“Yıl 1952, Kumkapı hâlâ ufak bir balıkçı köyüdür, İstanbul ise sularla çevrili bir kıyı şehri. Birkaç yıl sonra Sahil Yolu yapılınca bu şirin balıkçı limanı büsbütün başka bir biçim alacak. Ama o zaman bunun böyle olacağını kimse bilmiyor, tahmin edemiyordu; ne balıkçılar, ne balıkçı reisleri, ne Kumkapı halkı, ne de ben… İşte bu siyah-beyaz fotoğraflar, çoktan yitmiş olan bir dünyanın belki de tek tanıklarıdır.”

 

Siyah-beyaz, kayba yakışır… Elinle okşarsın yitirdiklerini. Yılın son günlerinde fotoğrafın ustası Ara Güler, çoğumuzun yaşayamadığı bir geçmişi elimizle dokunabileceğimiz bir yakınlığa getiriyor. Aras Yayıncılık’ın özenli çalışmasıyla Türkçe, Ermenice ve İngilizce olmak üzere üç dilde basılan Kumkapı Ermeni Balıkçıları adlı foto albüm, masalsı fotoğraflarla keskin gerçeklerin harmanlandığı tuhaf ve etkileyici bir dünya.

 

Ara Güler’in fotoğraflarının kendine has bir büyüsü vardır; insan yüzleri, sanki ruhtan gelen bir ışıkla aydınlanmışcasına kocaman bir topografyaya dönüşürken, mekânlar da insanîleşir. O fotoğrafa bakarken artık izleyen olmaktan çıkarsınız. Fotoğrafla aranızdaki alışılmış, korunaklı mesafe ortadan kalkar, kendinizi daha bir ân önce karşısında olduğunuz fotoğrafın içine düşmüş bulursunuz.

 

Ara Güler’in ilk gazetecilik başarısı olan bu fotoröportaj, kitap haline getirilmiş 56 fotoğraflık dünyasıyla Kumkapı semtine ruhunu iade ediyor. Bizleri de o ruhun orta yerine buyur ediyor. O ruh, coşkulu, kederli Ermeni balıkçıların ortak tezahürü. Biricik ve çok onurlu.

 

Günlük hayatın zorlu gerçekleri bu denli şiirsel sunulabilir mi? Ucuz melodramlara, ağlamaklı duygusallıklara zerre prim vermeden balıkçıların ve ailelerin günlük hayatını fotoğrafları ve yazısıyla kayıtlara geçmiş Ara Güler. Kalemi de makinesiyle at başı gidiyor. Birkaç sözle öyle bir kavrıyor ki konuştuğu insanı, sanki okumadan da biliyorsunuz onları. Bir yerlerden tanışsınız da yeniden hatırlıyorsunuz hepsini.

 

FOSFORLU GECELERDE YOLCULUK

Ara Güler Kumkapılı Ermeni balıkçıların hayatına dahlolmuş. Zaten büyüyü yaratan da bu bütünleşme hissinin ta kendisi. Onların evlerine girmiş, meyhanelerine, akşamcı kahvelerine misafir olmuş. Büyük dertlerini, küçük mutluluklarını dinlemiş. “Balık dediğin başa beladır. Bela denizin dibindedir, sense üstünde. Geceleri fosfor gibi parlar,” demiş bir balıkçı ona. “Meryem Ana, yalvarırım kocamı, oğlumu günlük ekmekleriyle geri getir, diye duaya durmuş balıkçı kadınları. Derken o dualar eşliğinde gecenin üçünde balığa çıkmış Ara Güler, Dacat Reisle. Dacat Reis kim mi? Onu da bir çırpıda şöyle anlatmış:

“Tam o esnada, kahvenin kapısı açıldı ve uzun boylu, kabadayı yürüyüşlü; fakat babayiğit görünüşlü bir adam girdi içeri. Yanakları kızarmış, yüzü tıraşsız, saçları birbirine girmişti. Bakışlarını bir süre üzerimizde, yabancı olduğumdan özellikle de benim üzerimde gezdirdikten sonra ‘merhaba’ diyerek masaya oturdu. Diğerleri onunla konuşmaya başladılar: ‘Ee, Dacat Reis, söyle bakalım bugün deniz ne verdi sana?’ Reis küfürle karşılık verip yanındakine emretti: ‘Bir sigara ver bakalım.’

 

İlk kez 21-26 Mayıs 1952 tarihlerinde, Ermenice Jamanak gazetesinde yayımlanan bu yazı dizisi ve fotoğrafların bizlere ulaşabilmesinde bir hikmet olsa gerek. İstanbul’un son Ermeni balıkçı reisleri, Dacat Reis, Husig Reis, Kevork Reis; büyük balık teknelerine yardımcı olan goygoycular, ağ onaran merametçi kadınlar, Sahil Yolu’nun yapılmasıyla ortadan kalkan balıkçı semti Acemdağ, hepsi şimdi elimizin altında.

 

İstanbul sürekli bir değişim halinde. Nüfusun dağılımı değişiyor, yepyeni yerleşim alanları oluşuyor. Ama kimi zaman da o değişim bir şeylerin yok olması pahasına ortaya çıkıyor. Örneğin Sulukule’deki o yüksek duvarlı sitelerin inşaat çalışmaları, Romanlarla bütünleşmiş bu semtin her şeyini sildi süpürdü. Bu noktada tespit edilmesi gereken önemli bir fark var: Değişim, araştırma konusudur. Kayıp ise sorgulama sebebidir çünkü, yok olan bir şey kalanlardan gerekçesinin sorulmasını, sorumluluk alınmasını ister. Bu, bir anlamda hayatın sürekliliğin de dayattığı bir ahlâki yükümlülüktür.

 

Elimizdeki kitap, ‘Neden?’ sorusunu sordurması açısından da anlamlı. Bu insanlar neden yok? ‘Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’ diye vitrine farklılıkları yerleştirirken, neden en otantik değerleri hoyratça yitirişimizin hesabını bile veremiyoruz? Oysa Ara Güler, artık var olmayanı o kadar berrak olarak sunuyor ki, sorulardan kaçmak mümkün değil.

 

“Gecenin kör karanlığında denize çıkıp gün ağarırken dönüyor ve avlanan balıkları goygoycularla paylaştıktan sonra kalanları balık haline götürüyorlardı. Goygoycular gecenin içinde ağ çevirerek bağıra çağıra kürek çeker, ağa takılmış balıklar meşalenin titrek ışığında parıldayarak oynaşır ve bütün bunlar günün ilk saatlerinde İstanbul’un minareli siluetine doğru ilerlerdi. İşte o güzelim Kumkapı balıkçı köyünden kala kala birkaç siyah-beyaz fotoğraf ve anılarımdaki o alacakaranlık sabahlar kaldı.”

 

Şimdi bu birkaç siyah-beyaz fotoğrafa ve o alacakaranlık sabahlara sahip çıkma şansımız var. Hazır bir yılın daha sonuna gelmişken, kendimize de sevdiklerimize de bu kitabı hediye edelim. Poyraz rüzgârı, kayaların yırttığı ve sabırla onarılan ağları, motor üstünde ısıtılan ekmek ve çirozu, denizin tuzunu hissedelim. Hani balık berekettir ya, İstanbul’u nasıl fukaralaştırdığımızı görelim. Ve balıkçıların gururlu dünyasından, mücadeleci mizacından nasiplenelim. Olur ya, ilham verirler bize, hayatımızı değiştirmek için…

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.