Kendi Yurdunda Sürgün

Kendi Yurdunda Sürgün
Sabah Gazetesi
Refik Durbaş
20.02.2000

Mıgırdiç Margosyan, çocukluğunda Ermenice öğrenmesi için Diyarbakır’dan İstanbul’a “sürgün gibi” gönderilmiş. “Gavur mahallesi” kitabıyla çıkış yapan Margosyan, “Gavur mahallesinin mucidi ben değilim. Oturduğumuz mahalleye verilen isim buydu” diyor.

 

Tünel’de, Hıdivyal Palas’ın zemin katında, Aras Yayıncılık’ın arka odasında yüz yüze oturuyoruz. Ben İstanbul’u sular sellere boğması tahmin edilen bir yağmurdan çıkıp gelmişim, o “kendisi gibi keklen, yani henüz altını pislemekten kurtulamamış birkaç biçare çocukla birlikte Diyarbakır’dan yola çıkmış” ve kendisini ne tür bir geleceğin beklediğinden habersiz olarak İstanbul’un yıldızlı gecesine inmiş…  O, Dacikler, Haçolar, Yezidiler, Ermeniler, Türkler, Kürtler, Keldaniler, Süryaniler, Asoriler, Pırotlar, Fılleler, Moşeler, Cehüler ve Dürzilerin mekan tuttuğu “Gavur Mahallesi” sakinlerinden Mıgırdiç Margosyan ve söz muhabbete kanat açmadan önce soruyor kendisine: “Söyle Margos Nerelisen?”
Sonra ben soruyorum:

 

“Biletin niye İstanbul’a kesildi?”
Anlatıyor:
“Biletim İstanbul’a kesildiği günden beri çocukluğunu özlüyorum. Çünkü ben on beş yaşında Diyarbakır’dan ayrıldıktan sonra, tam çocukluğumu yaşayamadım.Tabii birtakım imkansızlıklar içinde bir taraftan okurken çalıştım, dolayısıyla dört dörtlük bir çocukluk yaşadım diyemem. Hatta gençliğimi de… İstemeden, elimde olmadan Diyarbakır’dan İstanbul’a postalandım. Çünkü çocukluğumda Ermenice bilmiyordum ben. O günlerde bana hep şu dendi: ‘Git’… Bir anlamda ben sürgün gibi geldim İstanbul’a. Niçin? Anadilimi öğreneyim diye geldim. Yani ben, sadece tahsilimi yapmak için değil, aynı zamanda orada yıllar yılı bir okulumuzun olmadığı, babamın da özellikle bu konuda çok hassas olması nedeniyle, hasbelkader burada açılmış bir okula geldim. Gelişimin en büyük nedeni anadilimde öğrenimimi yapmamdı. Bu yüzden çocukluğumu özlüyorum, çünkü kendi arzumla ayrılmadım doğduğum topraklardan… ”

 

İstanbul’a geldin ama “Gavur Mahallesi” orada kaldı.
“Mahalle orada kaldı ama ‘gavur’u benimle geldi. Bana sık sık soruyorlar: Kitabının adı neden ‘Gavur Mahallesi’ diye… ‘Gavur Mahallesi’ olması benim günahım değil, mucidi de ben değilim. Çünkü ben Diyarbakır’da doğduğum zaman, çocukluğumda gördüm ki bize mahallede gâvur diyorlar, oturduğumuz mahalleye de gâvur mahallesi… Ben de genellikle Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bu mahalleyi ve bu mahalleyle birlikte Diyarbakır’daki etnik kökenli diğer insanları anlatırken kitabın ismini ‘Gavur Mahallesi’ koydum. Eğer bizim o mahallenin adı başka bir şey olsaydı, onu koyardım kitabıma ad olarak. Bence iyi de oldu, seneler sonra insanlar Diyarbakır’da bir gavur mahallesi olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldular.”

 

Yazma serüvenin ne zaman başladı?
“1953 yılında Diyarbakır’dan ayrıldıktan sonra, lise tahsilimi burada, İstanbul’da yaptım. Lise son sınıfta artık yavaş yavaş bir şeyler karalamaya başlamıştım. Diyarbakır’da yaşarken Ermenice bilmiyordum. İstanbul’da öğrendim. Ermenice hocam, ‘Senin elin kalem tutar, yazdığın kompozisyonlar fena değil, gel sen Diyarbakır’ı anlat’ diyerek teşvik etti beni. Ben de doğrusu, onun tavsiyelerine uydum, işte ufak ufak Diyarbakır’ı, oradaki insanların yaşamını anlatmaya çalıştım.”

 

Kaç yıllarıydı o yıllar?
“İşte 1957–58… Sonra, işte yazdığım bu hikâyeler genellikle İstanbul’da çıkan yerel gazetelerde, mesela Marmara’da yayımlandı. Ardından bir kitap haline dönüştürdüm bunları.”

 

Ermenice?
“Evet, Ermenice… Ve 1988’de ‘Ermenice yazan yazarlara verilen bir ödül var Fransa’da… ”
Eliz Kavukçuyan Ödülü…
“Evet, o ödülü aldım. Sonra bir: arkadaş, tesadüfen bunu duymuş, geldi bana teklif etti, ‘bunu Türkçe yayımlamayı düşünür müsün’ dedi. Doğrusu ben o güne kadar bunu hiç düşünmemiştim. Olur dedim. Ve ben oturdum bütün hikâyeleri yeniden Türkçe yazmaya başladım, hiçbir zaman Ermeniceden tercüme etmedim yani…

 

Ve yazdıkların sıcak bir ilgiyle karşılanır oldu?
“Şu son beş-altı yıl öncesine kadar ben, otuz yıldır Ermenice yazan ve o edebiyat içinde iyi-kötü belli bir yere gelmiş garip bir kişiydim. Doğrusu zaman zaman yazdıklarıma gösterilen bu ilgiyi ben; de düşünüyorum. Acaba diyorum konjonktür bunu mu gerektiriyordu? Zaman içinde birtakım tabular kalktı mı? Mesela bir ‘Gavur Mahallesi’ni anlatırken oradaki Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Keldanilerin, etnik mozaik dediğimiz o karışımdan bahsederken, yahu bu ne kadar güzelmiş, bir zamanlar hayat böyleymiş diyen insanların gösterdiği ilgi midir, artık bilemiyorum. Sanıyorum, bu ilgi biraz da anlattıklarımın gerçek olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca şu da var: 1950’lerde anlattığım Diyarbakır, gerçek Diyarbakır’dır, benim hayal ettiğim değil.
Çünkü o olaylardan bazısını bizzat kendim yaşadığım gibi, bazısını da o olayları yaşayan, birebir yaşayan insanlardan öğrenmişimdir.”

 

Sözün kanatsız kuşu, her konuşmada olduğu gibi, gidip ‘yeni çalışmalar’ ağacının görünmez dalına konuyor:
“Çok ince eleyip sık dokumaya çalışıyorum. Bu yüzden yazdıklarım zaman alıyor. Ama tezgâhta bir şeyler var yine de… Mıgırdiç Margosyan çocukluğunun “Gavur Mahallesi”ne dönüş arzusuyla Haydarpaşa’ya geçmek için Karaköy’e iniyor, ben yağmurun adresini öğrenmek niyetine İstiklal Caddesi’ne çıkıyorum.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.