Tarihçi Ümit Kurt: Mustafa Reşat, herhangi bir pişmanlık emaresi göstermeyen, yaptıklarıyla övünen bürokrat bir cumhuriyet elitidir

Tarihçi Ümit Kurt: Mustafa Reşat, herhangi bir pişmanlık emaresi göstermeyen, yaptıklarıyla övünen bürokrat bir cumhuriyet elitidir
Indepehdent Türkçe
Maaz İbrahimoğlu
27.05.2024

Günümüzde devlet destekli şiddet artık her yönüyle sorgulanıyor.

 

Önceden daha çok “etkili-yetkili failler”in sorumlulukları etrafında dönen tartışmalar, şimdiler de “sıradan faillere” kadar uzanıyor.

Özellikle devlet mekanizmasına kanun ve nizam çerçevesinde bağlı olan birçok insan, sadece “görev adamı” olarak dahi birçok zulme iştirak edebildi.

 

Almanya’da Naziler döneminde Adolf Eichmann’ın rolü, pozisyonu ve özellikle Yahudilere karşı kişisel bir husumetinin olmadığını deklare etmesi, “sıradan fail” olmanın psikolojisi üzerine Hannah Arendt başta olmak üzere birçok entelektüeli derin araştırmalara sevk etti.

 

İttihat ve Terakki’nin etkili olduğu yıllarda benzer vakalar Osmanlı topraklarında da yaşandı.

 

Almanya’dakine benzer şekilde, Osmanlı’nın son yıllarında birçok etkili ismin yanında sıradan insanlar da Ermeni katliamlarında rol aldı.

 

Doktor Ümit Kurt, kısa bir süre önce yayımladığı çalışmasında bunun üzerinde duruyor.

Umit-Kurt-Kitap-Kapagi.jpg

Dr. Kurt, ”Kanun ve Nizam Dairesinde-Soykırım Teknokratı Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun İzinde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Devlet Mekanizması” isimli çalışmasında bir soykırım teknokratı olarak tarif ettiği Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun rolü üzerinde duruyor.

 

Söz konusu çalışmada kanun ve nizam çerçevesinde hareket eden bu bürokrat ve teknokrat figürlerin zihniyet dünyası ile karşılaşıyoruz.

 

Çalışma boyunca Dr. Kurt, bize bu şahısların “devlet adamı-görev adamı” gibi kavramlarla devlet mekanizmasına eklemlendiğini gösteriyor.

 

Aynı zamanda bu işleyişin Osmanlı’dan cumhuriyete sürekliliğini de ortaya koyuyor.

 

1914-18 yılları söz konusu olduğunda daha çok Talat Paşa, Enver Paşa, Bahaddin Şakir, Dr. Nazım gibileri biliyoruz. Ama siz bir “soykırım teknokratı” olarak tarif ettiğiniz Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun portresi üzerinden Medz Yeğern’in bürokratik ve idari tarafına odaklanıyorsunuz. Bu çalışma bu yönüyle bize anlatıyor? 

 

Önemli bir soru. Esasında 2018’in sonlarında yayımlanan “Antep 1915: Soykırım ve Failler” başlıklı çalışmayla başladığım, Ermeni soykırımına doğrudan (aktif) ve/veya dolaylı yollarla iştirak etmiş, Anadolu’nun neredeyse bütün sathına yayılan bu büyük felaketin gerçekleştirilmesine dahil olmuş siyasi, ekonomik, sosyal, askeri, sivil seçkinlerin ve toplumun sıradan aktörlerinin hangi değişik ölçeklerde ve farklı motivasyonlarla bu süreçte rol oynadıklarını anlama ve açıklama girişimimden beri üzerine kafa yorduğum bir süreç bu aslında.

antep-1915.jpg

Bu sürecin sorunuz bağlamında Mustafa Reşat Mimaroğlu ile başka bir boyuta geçtiğini söyleyebilirim. O da Medz Yeğern’in bürokratik ve idari veçhesine odaklanmak.

 

Bu minvalde, soykırım gibi patlamalar halinde su yüzüne çıkan bir kitlesel şiddet hadisesinin salt fiziksel ve çıplak şiddet yönüne konsantre olmak yerine, bunun altyapısını, zeminini ve iklimini hazırlayan bir fail kategorisi olarak masabaşı bürokrat figürlerini ve bunların eylemlerini ortaya koymak bu kitabın temel meramı ve muradı.

 

Belli bir grubun devletin bekası adına tehlike arz etmeyen, “zararsız” bir niceliğe ve niteliğe indirgenmesi sürecinde bilhassa birinci derecede sorumlu olan siyasi iradenin önündeki bürokratik ve idari bütün engelleri pürüzsüz bir şekilde halleden bürokratik/teknokratik bir iradenin de varlığına işaret etmek gerekir.

 

Tehcir gibi devasa bir sosyal/etnisite mühendisliği projesinin organizasyonu ve bunun kontrolü için siyasi irade ile bürokratik iradenin işbirliği son derece kilit bir rol oynuyor.

Mustafa-Resat-Mimaroglu.jpg

Mustafa Reşat Mimaroğlu / Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Dolayısıyla, Ermeni soykırımını tarihsel bir bağlama oturtarak soykırımın nasıl bir süreç sonucunda, hangi idari mekanizmalarla mümkün kılındığını; bu mekanizmaların başındaki teknokratların karar vericilerin işini nasıl kolaylaştırdığını ve en önemlisi bu felaketin modern bir bürokratik yapıda husule geldiğini anlamak için Mustafa Reşat Mimaroğlu’nu ve eylemlerini irdelemek önemli.

 

Burada esas mesele orta ölçekli bir bürokratın soykırım çarkının nasıl istekli ve gönüllü bir dişlisi olduğunu anlamaya çalışmak; olayın zorluğu ve bam teli tam da burada düğümleniyor.

CUP.jpg

İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri / Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Nasıl bam teli?

 

Yani Mustafa Reşat Bey’in de dahil olduğu İttihat ve Terakki bürokratik aygıtına bağlı kadrolar sadece üstlerinin emirlerini ve talimatlarını harfiyen yerine getiren edilgen figürler değiller.

Sahip oldukları donanım itibarıyla Mimaroğlu gibi bürokratik failler yenilikçi, iş bitirici ve problem çözücü özellikleri haiz.

 

Mustafa Reşat gibi orta ölçekli bir bürokrat ne yaptığının, hangi siyasi amaca hizmet ettiğinin, bunun ne gibi sonuçlar doğuracağının, önündeki ihtimallerin ve seçeneklerin pekâlâ farkında.

 

Gerekeni yapması için bazen yazılı bir talimat almasına veya biçimsel bir idari düzenleme/yönetmelik etrafında hareket etmesine gerek bile yoktur, zira aktörü olduğu organizasyonda neyi, ne zaman ve nasıl yapması gerektiğinden haberdardır.

 

Son tahlilde, Ermenilerin imhası fiziksel şiddetin mebzul miktarda yaşandığı ekonomik ve kültürel bir yıkım süreci olduğu kadar, Mustafa Reşat gibi bürokratların ortak bir ideal, anlayış, işbirliği ve senkronizasyon halinde bu felaketin taşlarını döşemesi ve hayata geçirmesi sürecidir.

resat-salt.jpg

Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Osmanlı’nın Ermeni politikası üzerinden çok şey yazıldı. Ama siz etkili-yetkili failler ile sıradan fail ayrımlarına da odaklanıyorsunuz. Bu fail ayrımlarını neye göre okumalıyız? Mimaroğlu nereye kadar sıradan fail ve nereye kadar bürokrasinin merkezinde bir fail?

 

Esasında çıkış noktam sıradan insanların nasıl örgütlü bir kötülüğün aktif katılımcılarına dönüşebildiği üzerineydi.

 

Burada söz konusu kişilerin “sıradan”lığından kasıt işledikleri ve ortağı oldukları suçun niteliğini algılama biçimleri ve buna yönelik tavır alışları.

 

Öncelikle bir noktanın altını çizmek isterim: “faillik” kavramının tanımını çok iyi yapmamız lazım.

 

Bu kavramın net parametreleri, prensipleri ve çizgileri olmadığını düşünüyorum. Son derece esnek, kaygan ve geçişken bir nosyon.

 

Duruma ve pozisyona göre tavır alışları içeren bir doğaya sahip.

 

Dolayısıyla bilhassa soykırım çalışmalarının altında bir disiplin olarak mülahaza edebileceğimiz fail çalışmaları alanında faillerin motivasyonları ve eylem repertuarlarını olabildiğince esnek, durumsal ve çeşitli koalisyonlara eğilimli bir biçimde ele almak daha nüanslı analizler yapmamıza kapı açar.

 

Bu minvalde gerek failler gerekse de motivasyonları arasında geçişkenlikler ve esneklikler bakidir.

 

Bir fail hem ideolojik hem pragmatist-oportünist hem de kariyerist motivasyonlara sahip olabilir.

 

Bir failin belli bir momente veya epizotta motivasyonları değişebilir veya farklılıklar gösterebilir.

 

Etkili ve sorumlu failler ile sıradan failler arasındaki belki de en somut ayrım karar alma süreçlerinde ve mekanizmalarında üstlendikleri rol ve bulundukları konumdur.

 

Örneğin, sizin tabirinizle etkin ve geniş yetkiler sahibi faillerden Cemal Paşa ve Talât Paşa’nın savaş sonrası anılarına baktığımızda, İttihatçı yöneticilerin sınırsız bir karar verme özgürlüğüne sahip olduklarını, ama özgürce aldıkları kararların sonuçları konusunda en ufak bir sorumluluk üstlenmeyi kabul etmediklerini, son tahlilde “tarih”i ya da “çark-ı felek”i suçlamayı tercih ettiklerine şahit oluruz.

 

Bu cezaî sorumsuzluk ve sorgulanamazlık durumu sıradan failler söz konusu olduğunda da geçerlidir.

 

Benim suçum yoktur; sırf vazifesini kanun ve nizamlar dairesinde yapmış bir memurdan başka bir şey değilim.

 

Bu cümleler, benim kitabın girişinde tanıttığım 1915’in gerçekleşmesinde, daha sonraki dönemlerde “Emval-i Metruke”ye el konulmasında, cumhuriyetin ilk yıllarında ise Kürt siyasetinin belirlenmesinde temel rollerden birini oynamış olan bir “Mülkiyeli” ve bir bürokrat olan Mustafa Reşat Mimaroğlu’na ait.

 

Kitapta tarihsel portresini çizdiğim Mimaroğlu, sadece bir soykırım teknokratı değildi, aynı zamanda Makedonya tecrübeleri, soykırım süreci ve Cumhuriyet’in Kürt siyaseti arasındaki köprüleri inşa eden bir neslin kadroları arasında yer almış bir figür.

 

Bu kadroların bu üç dönem arasındaki teknoloji, bilgi ve ideolojik aktarımları sağladığının ve tarihsel dönemlerinin sona erdiği 1960’lara kadar Türkiye’yi yönettiğinin altını çizmek isterim.

Mustafa Reşat Mimaroğlu / Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Biraz daha detay verebilir misiniz?

 

Yani Ermenilerin imhası sürecinde sadece yerel siyasi ve ekonomik elitler; sıradan Türk, Kürt, Arap, Çerkes Müslümanlar değil, bürokratlar, teknokratlar ve memurlar da bu sürecin Mimaroğlu örneğinde olduğu üzere aktif katılımcısı ve katalizörüydü.

 

Bu “sıradan” ama pek de “sıradan olmayan” teknokrat, Osmanlı’dan soykırım süreciyle çıkışı, cumhuriyetin soykırım temelinde kurulmasını ve kurumsallaşmasını, soykırımla ilgili çalışmaları kriminalleştiren resmi bir ideolojinin ve bir tarih söyleminin oluşmasını mümkün kılan bir “ölçek” olarak değerlendirilebilir.

 

Max Weber bürokrasiyi, yazılı belgelerin ve “büro”yu/“ofis”i teşkil eden memurlar tarafından gerçekleştirilen sürekli bir operasyonun kombinasyonu olarak tanımlar.

 

Bu operasyon tehcir ve soykırım söz konusu olduğunda fiziksel şiddetin yanında yapısal ve bürokratik bir şiddet formu daha ortaya çıkar.

 

Bu şiddetin uygulayıcıları ise Mustafa Reşat gibi teknokratlardır.

 

Onun gibi faillerin, mensubu oldukları bürokratik organizasyon içerisindeki kasıtlı ve bilinçli edimleri, Ermeni sürgünlerin hayatları üzerindeki karar alıcıların ve suç mahallindeki fiziksel şiddetin uygulayıcısı faillerin işlerini “kolaylaştırmıştır.”

 

Kısm-ı Siyasi’deki görev süreci boyunca Esat Uras ve Ali Rıza Öge başta olmak üzere diğer çalışma arkadaşları ve benzer duygu dünyasına sahip ülküdaşlarıyla omuz omuza mesai harcayan Mustafa Reşat’ın, Ermenileri sahip oldukları her türden maddi ve manevi vatandaşlık hakkından mahrum bırakan gündelik bürokratik pratikleri, aktörü olduğu yapısal/bürokratik şiddeti Siyasi Şube’nin kapısından sabah içeri girip masasının başına geçtiği, kâğıdı kalemi eline aldığı her anda yeniden üretmiştir.

Adolf Eichmann / Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Nazilerin yaptıkları ve Eichmann’ın anlatısı ile Osmanlı’nın teknokratı Mimaroğlu üzerinden süreci okursak bu isimler ve sistemleri ne kadar benziyor? 

 

Adolf Eichmann’ın 1961 senesinde Kudüs’teki yargılanmasına bakarsanız onun hiçbir zaman anti-semit olmadığı, hassas doğasının ceset ve kan görmeye dayanamadığı, kişisel olarak Yahudilerin imhasıyla bir ilgisinin bulunmadığı, görev tanımının olanı ve biteni gözlemlemek ve üstlerine rapor etmek olduğu savunmasına sığındığını görürsünüz.

 

Esasında soykırım ve etnik temizlikler başta olmak üzere kitlesel şiddet olaylarına ve katliamlara aktif bir biçimde dahil olmuş faillerin eylemlerini bu şekilde meşrulaştırması ve bunların sorumluluğunu almak istememesi, “Fail Çalışmaları” alanında sıklıkla görülen bir örüntüdür.

 

Bu anlamda masa başında iş yapan Eichmann ve Mimaroğlu’nun benzer savunma mekanizmaları ve stratejileri geliştirdiğini görüyoruz.

 

mimaroglu mezat_2.jpg

Mustafa Reşat Mimaroğlu, parçası olduğu yıkım organizasyonunun etkin çalışabilmesi için bu yapının makro ve mikro ölçekte beyni/mimarı olan Talat Paşa’nın idare ettiği Dahiliye Nezareti’ndeki iş bölümünde üstüne düşen vazifeyi “layıkıyla” yerine getirir.

 

Mimaroğlu gibi teknokratlar kitlesel kıyım ve katliamları gerçekleştiren modern devlet ve aktörleri açısından söz konusu örgütlenmenin motoru ve olmazsa olmazıdır.

 

Etnik, ırki, dini, kültürel, ekonomik, siyasal ve sosyal bir grubu veya cemaati imha etmek saikiyle birtakım tahripkâr siyasalar geliştiren devlet aygıtı, belirli bir iş bölümü içerisinde hareket eden ve üzerinde mutlak kontrolünün olduğu son derece örgütlü yapılara ihtiyaç duyar.

 

İşte Mustafa Reşat’ın rolü böyle bir çerçevede billurlaşır. Mimaroğlu’nun başında olduğu Siyasi Şube başta olmak üzere, Emniyet-i Umum Müdürlüğü, İTC Merkez-i Umumisi, İAMM ve Teşkilat-ı Mahsusa Birlikleri ve bunların aktörleri, bu doğrultuda eyleme geçen, sorumlulukları, görev tanımları ve faillik motivasyonları farklılık arz eden karmaşık örgütsel yapılara mensuptur.

 

Bu bağlamda Arendt’in, Adolf Eichmann ve totaliter devletin işleyişi ve edimleri özelinde yapı/sistem ve aktör arasındaki korelasyona dikkat çeken betimlemeleri Mimaroğlu örneğinde de anlamlıdır.

 

Bunlar ne tür benzerlikler mesela? 

 

Nasıl Eichmann bir “masabaşı katili” olarak bize Nasyonel Sosyalist Partisi ve rejimi gibi muazzam ölçekte bir bürokrasinin, büyük tarihçi Raul Hilberg’in ifadesiyle “ölüm makinesi”nin işleyişine dair “içeriden” bir resim sunuyorsa, bir soykırım teknokratı olarak Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun hayatı ve eylemleri de zulüm siyasetinin dinamiklerini, kırımın bürokrasisini, İttihat Terakki  liderliğinin altındaki faillerin kimliğini,  zihin dünyasını ve soykırımsal şiddetin farklı veçhelerini ortaya koymak için bize nüanslı bir analiz çerçevesi verir.

 

Mustafa Reşat’ı Eichmann’dan farklı kılan şey, Türk teknokratın kanaatlerini ve eylemlerini hiçbir zaman gizlememesi, kurbanlarının üzerinde durup onları suçlayarak ve faaliyetlerini devlet için bir tehlike olarak sunarak rasyonalize etmesidir; Eichmann ise bunları üstlerinin sadece bir icra organı imajının arkasına saklamak için çok uğraşmıştır.

kanunlarin ruhu.jpg

Mimaroğlu ve Eichmann’ı birleştiren ise sadece söylemsel düzeyde “mesleki sorumlulukları”nı ön plana koymaları ve vicdani sorumluluk kavramını tümüyle dıştalamaları değildir.

 

Her iki profil de aynı zamanda kendilerini salt teknokratik hüviyetlerine indirgeyerek ürünleri oldukları sosyalizasyon muhitlerini ve ideolojik oluşum süreçlerini gizlemeye çalışmaktaydılar.

 

Her ikisinin de birer parçası oldukları ideolojik, nesilsel ve mesleki ağlar uzun erimli ağlara dönüşecekti.

 

Siz Mimaroğlu’nun Ermenilere karşı şahsi bir nefretinin pek görülmediğini hatta onlarla bir süre çocukluğunun geçtiğini belirtiyorsunuz. Peki Mimaroğlu bu tehcir sürecinde hangi saiklerle bu kadar rol aldı? Ayrıca bu rolünde söz konusu iktidar ile ilişkileri nasıl ilerledi?

 

Mustafa Reşat’ın Ermenice bilmesi, bu dile olan hâkimiyeti, çocukluğundan beri Ermeni toplumuyla komşuluk üzerinden geliştirdiği yakın ilişkiler ve cemaati bu sayede tanıması gibi özellikleri Talat Paşa’nın dikkatinden kaçmıyor.

 

Ermenice yayın yapan dergileri ve süreli yayınları takip eden Mustafa Reşat, II. Şube, yani Kısm-ı Siyasi’nin başına geçtiğinde halihazırda Ermenilerin tehciri ve imhası operasyonunu yürütmeye çalışan Talat Paşa’ya idari ve entelektüel donanımı sayesinde hayli yardımcı olur.

 

Kaymakam, vali, idareci ve bürokrat olarak çıktığı bu yolda bir soykırım teknokratına evrilmiş, Ermenilerin imhası sürecinde kritik bir eşik olan 24 Nisan 1915 tutuklamalarını gerçekleştiren bürokrat olarak tarihe geçmiştir.

 

Tamamen görev bilinciyle hareket eden, hiyerarşinin dışına çıkmayan, itaati esas alan bir zihin yapısı vardır.

 

Talat Paşa’nın tornasından ve “okul”undan çıkmış kariyerist ve modernist bir bürokrat olarak Cumhuriyet döneminde de yükselişi devam eder.

 

Ancak bu kariyerizmi ve görev bilincinin yanında onun eylemlerini vatanın ve milletin selameti ideali etrafında belirleyip yerine getirdiğini akılda tutmak gerekir.

 

Hayati derecede önemli, “tarihi bir misyon” yerine getirdiğinin bilincindedir.

 

Daha önemlisi, Ermenilerin topyekûn tehcirinin gerçekleştirilmesi noktasında bu devasa operasyonunun karar alıcısı ve beyni olan Talat Paşa’ya bu süreçte etkin rol oynayabileceğini, işe yarar bir bürokrat olduğunu ispat eder.

 

Son tahlilde Mustafa Reşat, Ermenilerin başına gelen felakette doğrudan oynadığı rol ve üstlendiği vazife ile ilgili herhangi bir pişmanlık emaresi göstermeyen, hatta yaptıklarının ve yapılanların bilincinde olup bunlarla övünen, “vatana hizmet etmek” gibi kutsal bir görevi yerine getirdiğine inanan bürokrat bir cumhuriyet elitidir.

 

Tehcirin başarısız kılındığı yerlere Mimaroğlu’nun oralara nakledildiğini görüyoruz. Bu adamın ne tür özellikleri var ki onu sürekli Ermenilerin olduğu yerlere yolluyorlar? 

 

Her şeyden önce Mimaroğlu’nun temel görevi Dahiliye Nezareti’ne bağlı Kısm-ı Siyasi’nin polis müdürü genç bir bürokrat olarak, aynı şubede kendisiyle birlikte görev yapan diğer memurlarla birlikte Ermeni soykırımının fitilini ateşleyen 24 Nisan 1915 tutuklamalarının planlanması, organize edilmesi ve uygulanmasında etkin bir rol üstlenmesi, böylece siyasi karar alıcıların işini kolaylaştırması.

 

Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın, Ermeni toplumunun önde gelen figürlerinin, siyasetçilerinin, entelektüellerinin, doktorlarının, avukatlarının, eczacılarının, ezcümle Ermeni cemaatinin entelektüel-siyasi omurgasını teşkil eden aktörlerin tutuklanıp hapsedilmesi ve daha sonra Çankırı ve Ayaş yollarında öldürülmeleri kararının kuvveden fiile geçirilmesi hususunda önündeki bürokratik ve idari bütün engelleri Mustafa Reşat “pürüzsüz” bir şekilde hallediyor.

 

Mütareke sonrası yapılan yargılamalarda kendisine yöneltilen en büyük suçlama, tutuklanan kişilere sorguları sırasında işkence yapmaktır.

9780674247949 (5).jpg

Aynı Mustafa Reşat, Talat Paşa’nın Ermenilere yönelik tehcir emirlerinin Anadolu’da örgütlenmesi ve uygulanması sürecinde aktif bir rol üstleniyor.

 

Doğu vilayetlerine (bilhassa Ma’muretü’l-aziz vilayetine ve Malatya kazasına) yaptığı ziyaretlerde tehcir hadisesine yerinden eşlik ediyor ve bu süreci denetliyor.

 

Tehcirin aksadığı bölgelere problem çözücü bir teknokrat olarak ivedilikle gönderiliyor, bu anlamda Talat’ın mutlak güvenine “mazhar” olmuş.

 

İlaveten, Mustafa Reşat tehcir edilen Ermenilerden kalan mal ve mülklerle ilgili de mesai harcıyor.

 

Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde ve kazalarında kurulan Emvali Metruke Tasfiye Komisyonları’nın işleyişiyle yakından ilgileniyor.

 

Bu komisyonların yapmış olduğu işlemlerde, komisyonların kimlerden teşekkül edileceği gibi süreçlerde doğrudan yer alıyor ve bilhassa Ermeni girişimcilerin ve ticaret erbabı kimselerin listelerinin hazırlanmasında kilit bir rol üstleniyor.

 

Mimaroğlu aynı zamanda Ermeni meselesine dair deneyimlere de sahip aslında…

 

Tabi. Siyasi Şube’de görev almasının yanı sıra Ermeni milletinden insanlarla ta çocukluğundan beri komşuluk ilişkileri çerçevesinde samimi temaslarda bulunması ve Mülkiye’de Ermenice öğrenmiş olması dolayısıyla Ermeni meselesine dair ciddi bir deneyimine haiz.

 

Yine Dahiliye Nezareti’ne bağlı Kısm-ı Siyasi’de Polis Müdürü ve müstakilen gayrimüslim grupların hareketlerinin takibinden sorumlu olması hasebiyle Ermeni devrimci örgütlerine, siyasi partilerine, onların temsilcilerine, idarecilerine ve Ermeni matbuatına ilişkin bilgileri, raporları ve yazışmaları birinci elden görme, okuma ve inceleme fırsatı buluyor.

turkun bicare irki.jpg

İstanbul Ermenileri üzerinde yapılacak uygulamayı koordine etmek üzere oluşturulan heyette Emniyet-i Umumiye Müdürü İsmail Canbolat, İstanbul Polis Umum Müdürü Bedri Bey, yardımcısı İkinci Kısım ve Kısm-ı Siyasi Şefi Mustafa Reşat, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün iki ayrı kısmının müdürleri (Hüseyin) Aziz ve Esat Beyler bulunuyordu.

 

Başta Mustafa Reşat olmak üzere bahsi geçen bu isimler Talat Paşa’nın özel olarak görevlendirdiği, üstüne düşen vazifeyi eksiksiz ve layıkıyla yerine getirebileceğine inanılan, rüştünü birçok kere ispatlamış, bu anlamda Talat’ın elini rahatlatan, onun Ermeni tehciri gibi devasa bir operasyonla meşgul olurken gözünün arkada kalmamasını sağlayan, itimat ettiği adamlarıdır.

 

Başka bir ifadeyle bu teknokratlar “Talat Paşa Okulu”nun en “başarılı” mezunlarıdır.

 

Mustafa Reşat gibi orta ölçekli bir sivil bürokratın Kısm-ı Siyasi’deki görevi boyunca oynadığı kritik rol, göstermiş olduğu yüksek “başarı”, Talat Paşa’nın güvenini kazanma ve onun “adamı” olma seviyesine çıkması, cumhuriyet kurulduktan sonra onu Mustafa Kemal’in gözünde de muteber bir noktaya taşır.

 

Bu sonuçta Danıştay gibi devlet bürokrasisinin en tepe noktalarından birinde üst düzey bir görev alarak memurluk kariyerinde zirve yapmasına olanak sağlıyor.

Şavarş Misakyan (Schavarch Missakian) / Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Kitapta bir yerde siz Mimaroğlu’nun mesela Ermeni Devrimci Federasyonu’nun İstanbul’daki resmi yayın organı olan Azadamard gazetesini sürekli bir takibat altına aldığını söylüyorsunuz. Hatta Agnuni, Trabzonlu Şahrikyan, Prof. Hajak ve “Divrikli Şaşı Şavarş Misakyan” ve diğer Taşnaksütyun mensuplarının daima ateşli makaleler yazdıklarını eleştiriyor. Yetmiyor bunlardan bazılarını 1915’te bizzat kendisi tutukluyor. Bu isim Ermenilerin entelektüel dünyasına nasıl bu hakim olabildi? 

 

Öncelikle karşımızda memuriyetinin ilk 4 yılını Osmanlı Ermenilerinin önemli bir kısmının mukim olduğu doğu mıntıkalarında geçirip Ermeni toplumuna ilişkin kayda değer gözlemler, bilgiler biriktirerek ciddi bir tecrübe edinmiş bir bürokrat var.

 

Zaten Siyasi Şube’deki pozisyona getirilmesinde bu deneyimi Talat Paşa için önemli ve yeterli referanslar.

 

Divrikli Şaşı Şavarş’ı ta Aralık 1908’de, Erzurum’un Karakilise kazasına kaymakam olduğu dönemden tanıyor. Hatta Şavarş’ın işkenceden geçtiği sorgusu sırasında kendisine şunları söylüyor:

 

Hah şöyle. Oğlum, ben seni gözünden tanırım. Sen Erzurum’da Haraç’ı çıkardığın zaman ben de Karakilise’de kaymakamdım. Bir kere şehre inmiştim, seni yolda geçerken gördüm, hatta bir keresinde bir papazın isteğiyle, benim aleyhimde bir yazı yazmıştın, elbet bir fırkaya da mensupsun.

Mustafa Reşat, Siyasi Şube’de gayrimüslim dahili unsurların “ahval ve harekât ve temayülatını takip etmek ve öğrenmekle” görevlendiriliyor.

 

Burada bu unsurlardan kasıt Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerdir. Bu görevi hasebiyle Ermeni devrimci örgütlerine, siyasi partilerine, onların temsilcilerine, idarecilerine ve Ermeni matbuatına ilişkin bilgileri, raporları ve yazışmaları birinci elden görme, okuma ve inceleme fırsatı bulur.

 

Mimaroğlu, Ermeni siyasi örgütlerinin faaliyetleriyle yakından ilgilenir, deyim yerindeyse onların attığı her adımı takip eder ve istikrarlı bir istihbarat ağı teşkil etmeye çalışır.

 

İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun diğer vilayetlerinde Ermeni aydınlarının ve siyasi şahsiyetlerin takibatını sıkı bir biçimde yapar, onların attığı her adımı izler ve sonrasında olacaklara meşruiyet zemini hazırlayacak bir faaliyet gösterir.

 

1915’te İstanbul’daki komitacılık teşkilatının ilgasıyla, mensuplarının İstanbul Örfi İdaresi haricine çıkarılmasıyla ve İstanbul’daki taşralı bekar Ermenilerin takibiyle meşgul olur.

 

Tehcire tabi tutulmamış İstanbul Ermeni halkının ve Rumların ve bir taraftan da daha ehemmiyetli olarak İtilaf devletlerine mensup kişilerin hal ve hareketlerinin takibini yapar.

 

Görevini “layıkıyla” ifa etmesi ve gösterdiği üstün performans Dahiliye Nazırı Talat Bey’in dikkatinden kaçmaz.

 

Mayıs 1915’te Kısm-ı Siyasi Şube Müdürlüğü’yle taltif edilir. Devlet bürokrasisindeki yükselişi 27 Haziran 1916’da Kısm-i Siyasi Müdürlüğü’ne getirilmesiyle önemli bir noktaya ulaşır.

Şavarş Misakyan (Schavarch Missakian) / Fotoğraf: Ümit Kurt Arşivi

Mimaroğlu aynı zamanda Kürtlerle alakalı çalışmaları da var. Neler dersiniz?

 

Mustafa Reşat’ın 9 Eylül 1923’te başlayıp 1 Haziran 1924’te tamamladığı bir Doğu ve Güneydoğu vilayetleri teftişi var.

 

Bu zaman aralığında yazmış olduğu tafsilatlı raporları Dahiliye Vekâletine sunuyor. Hatıratında yer verdiği bütün bu tafsilatlı raporları, layihaları ve bilgileri; Tanzimat’tan beri devlet ricalinin ve bürokrasisinin Doğu ve Güneydoğu’ya yönelik merkeziyetçi, modernist, ehlileştirici, ıslah edici ve medenileştirici söylemlerini ve siyasalarını benimsediğini düşündüğümüzde, Mustafa Reşat Bey’in Kürtlerin sistematik asimilasyonunu amaçlayan bir etno-demografik sosyal mühendislik projesi olan, başta 25 Eylül 1925 tarihli Şark Islahat Planı olmak üzere, Umumi Müfettişlik raporlarının, 14 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu’nun ve 1935 Tunceli Kanunu’nun altyapısının/zemininin temellerini atan bürokratlardan biri olduğunu iddia etmek zor değildir.

 

Son olarak Mimaroğlu üzerinden anlatırsak… Soykırım elitleri Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte nasıl bir hayata sahip oldu? 

 

Mustafa Reşat, 25 Kasım 1924’te Zonguldak Valiliğine tayin oluyor, Zonguldak’ta on ay kaldıktan sonra 16 Ekim 1925’te Adana Valiliğine atanıyor.

 

Adana Valiliği görevinden sonra 22 Haziran 1927’de memurluk-bürokratlık hayatının belki de en üst basamağına tırmanıyor ve Devlet Şurası’nın, yani Danıştay’ın Birinci Daire Başkanlığına, o zamanki adıyla Tanzimat Dairesi Başkanlığına seçiliyor.

 

1934’te Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) Reisi oluyor. 31 Aralık 1938’de yapılan ara seçimlerde CHP Genel Başkanlık Divanı’nca tespit edilen milletvekili adaylarından biri olan Mustafa Reşat Mimaroğlu, 1 Ocak 1939 tarihinde İzmir milletvekili olarak (1939-1943) TBMM’ye giriyor.

 

Bir teknokrat/bürokrat olarak devlet hizmetinde rüştünü fazlasıyla ispatlayan ve emekliliğinden sonra mebuslukla ödüllendirilen Mustafa Reşat, aynı zamanda 1940-42 arası iki yıl CHP İstanbul İl Başkanlığı’nı da yapıyor.

 

Siyasete veda ettikten sonra bile devletle bağını koparmayan Mustafa Reşat Bey, son olarak 1943-1946 arası dönemde Ziraat Bankası İdare Meclis Reisliği görevini üstleniyor.

 

Yeni modern ulus devlet ve Cumhuriyet rejimi, Şükrü Kaya, Tahsin Uzer, Abdülhalik Renda, Ali Rıza Öğe, Zeynel Abidin Özmen, Hüseyin Aziz Akyürek, Esat Uras ve Mustafa Reşat Mimaroğlu gibi üst, orta, alt-orta ve alt ölçekli bürokrat-teknokrat kadroların teşkil ettiği bu kuşağın emeği, mesaisi, çabaları, eylemleri ve zihniyeti üzerine oturur.

KAPAK_KiyamveKital_2baski_on.jpg

Mustafa Reşat başta olmak üzere söz konusu şahsiyetler “emeklerinin” karşılığını fazlasıyla almışlardır.

 

Modern Türk ulus devleti ve benimsediği cumhuriyet rejimi, işlerliğini yine bu bürokratik “personel” aracılığıyla sağlamıştır.

 

Arşivlerde adı, sanı ve yaptıkları birkaç cümleyle anlatılan soykırım faili Mustafa Reşat Mimaroğlu işte bu yeni rejimin Danıştay Reisi’dir.

 

İttihat ve Terakki’ye göbekten bağlı bu teknokratlar, Mustafa Kemal’in kurucu lideri olduğu yeni ulus devletin üst kadrolarında kendilerine yer bulacak ve “yeni rejimin konsolidasyonu sürecinde kilit roller” üstleneceklerdir.

 

Esas itibarıyla Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun hayat hikâyesi ve özellikle soykırım sonrası kariyeri, Mustafa Kemal liderliğinde, aralarında mebzul miktarda İttihatçı bulunan, İttihat ve Terakki’yle uzaktan yakından bir şekilde rabıtası olan, İttihat ve Terakki’ye kıyısından köşesinden bulaşmış ve yanaşmış, o dönemki adı ve sanıyla Kemalist kadroların şekillendirdiği yeni ulus devletin bir “Failler(in) Cumhuriyeti” olduğunu, net, açık ve somut bir biçimde gözler önüne seriyor.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.