Yabancılaşma ve Kötülük Üzerine

Yabancılaşma ve Kötülük Üzerine
Virgül Dergisi
Tunga Yılmaz
01.09.1999

En zor ve yanlış anlaşılmaya en müsait filozofların başında gelen, belki de birincisi olan Nietzsche şöyle der: “Öfkenizi koruyun, öfkeniz tek silahınızdır.”

 

Biberyan’ın Babam Aşkale’ye Gitmedi romanının ailesine, çevresine, topluma ve hatta kendisine öfkeli kahramanı Baret, öfkenin günlük hayatın pratiklerine ve toplumsal ilişkilere uygulanarak soyuttan somut gerçekliğe geçiş yaptığı bir metinde “kötülük” denen ahlaki’ durumun ete kemiğe bürünmüş bir temsilcisi haline geliyor öfkesini karşı olduğu her şeye bir namlu gibi çevirerek bireysel savaşını sürdürmeye çalışıyor.

 

Baret, öfkesi, öfkesinin neden olduğu nefreti ve nefretinden kaynaklanan “kötü” davranışları, düşünceleri ve eylemleriyle “ahlakdışı” bir karakterdir. O bir anlamda bir kötülük timsalidir topluma ve toplumla birlikte toplumun ahlak anlayışına isyan eder. Bir yabancıdır, hem kendisine hem de yaşadığı topluma. Yabancılığı ve “kötülüğü”, doğuştan gelen bazı karakteristiklerinden değil, zamanla, yaşadığı çevrede ve Nafıa’daki askerliği süresince geçirdiği, kendi var oluşunu sorgulamasına sebep olan içsel değişimden kaynaklanır. Bu değişim, Baret’in toplum karşısında kendi egemenlik alanını oluşturma çabasıyla sonuçlanır. Georges Bataille Edebiyat ve Kötülük’te şöyle yazar: “Gururlu bir insan, kendi meydan okuyuşunun en kötü sonuçlarını bile dürüstçe kabullenir. Hatta kimi kez bu sonuçlara karşı koymak zorunda kalır. Lanetli yan, oyundur, rastlantıdır, tehlikedir… Egemenliktir ve egemenliğin kefareti ödenmelidir… Kefaret ödendiğine göre, hayatı hiçe sayan gülümseyişler boy göstermelidir.” (s. 26)
Baret, Bataille’ın sözünü ettiği “kendi meydan okuyuşunun en kötü sonuçlarına bile dürüstçe katlanan gururlu insan” tipinin içini doldurur ilk bakışta. Hayatını toplumun olmasını istediği şekilde değil, onun tam tersine, kendi arzusu doğrultusunda şekillendirmeye çalışır. Bunu yaparken de topluma meydan okur. Onun meydan okuyuşunda, toplumun ayıpladığı, kınadığı “kötü” ve “çirkin” saydığı pek çok şey vardır bunları yapmaktan çekinmez. İçeriği toplum tarafından belirlenmiş bir ahlak içinde o “ahlaksız” ve “kötüdür”. Kendi ruhunu ve hatta bedenini dünya üzerinde kendine ait egemenlik alanı oluşturmak için kullanır. Baret toplumun doğrusunu ahlaksız sayılma pahasına reddeder. Bunu yaparken de öfkesi en önemli silahıdır. Bataille’ın sözünü ettiği “lanetli yan” işte bu noktada oluşmaya başlar: Lanet hem kendisi hem de çevresindekiler için azap vericidir. Baret başarısızlığa uğrayan egemenlik çabasının kefaretini de ruhsal acı ve fiziksel sefalet olarak öder. Bu bir bakıma Bataille’ın “hayatı hiçe sayan gülümseyiş” olarak tanımladığı şeyin Baret kişiliğinde can bulması demektir.

 

Georges Bataille insanlığın temel amacı olduğundan bahseder. Ona göre bu iki amaçtan biri olumsuzdur ve hayatı muhafaza etmeye (ölümü engellemeye) yöneliktir olumlu olan ise hayatın yoğunluğunu artırmaktır (s. 57).

 

İlk bakışta bu iki amaç birbirleriyle çelişmez gibi görünür fakat “hayatın yoğunluğunu artırmak ancak tehlikeleri göze almakla mümkün olabilir” önermesi de hiç yanlış olmayacaktır. İki amaç bu noktadan itibaren birbirinden ağır ağır uzaklaşmaya başlar. Bataille hayatın yoğunluğunu arayanların azınlıklar (her anlamda) veya bireyler olması halinde bu durumun varlığını sürdürme arzusunun ötesine geçip umutsuz bir hal alabileceğini söyler.

 

Hayatı yoğunlaştırma arzusu kötülükle kimi zaman örtüşebilir çünkü hayatı yoğunlaştıracağımız özgürlük alanı her zaman için kötülükle oluşturulma olanağına sahiptir. Toplum hayatı muhafaza etmeyi, yani iyiliği temsil ederken, onun karşısındaki birey yalnız kendi egemenlik ya da özgürlük alanını toplum karşısında ve sürekli ondan değerler kopararak genişletmeyi hedefler, yoğunluğu artırmak bu anlamda kötülükle örtüşebilir.

 

Bataille bu noktada “yüksek ahlak” kavramını ortaya atar. Ona göre toplumun iyiliği, özgürlük peşinde koşan birey veya azınlık grubunun da kötülüğü temsil ettiğinin kabul edilmesi, toplumsal bir düşünce sisteminin ürünüdür. Kötülük, egemen ahlak anlayışını aşan daha yüksek bir ahlak kurgusunun yansıması olarak çıkar karşımıza. Toplumun yarattığı ahlakın bir ürünü olan iyilik karşısında bu ahlakın reddettiği, ayıpladığı kötülük, toplumsal ahlakın çok üstünde bir “yüksek ahlakın” alanındadır artık çünkü kötülük mevcut ahlakın tam tersine göre davranmak, onun kurallarını ihlal etmektir toplumun egemenliği karşısında kendi egemenliğini kurma girişimidir ve bunu yapmaya girişen kişi de Bataille’ın dediği gibi kefaretini ödemeyi göze almalıdır. Kefaret tehlikedir, lanetlemedir… Bu tehlikenin nasıl bir biçim alacağı zamana ve mekana bağlıdır.

 

Biberyan’ın romanı bir kötülükler metnidir. Baret başarısızlığa mahkum egemenlik savaşında, bu başarısızlığının artırdığı öfkesiyle hem kendine hem de çevresindekilere -romanda olumsuzlanan ailesine ve diğer insanlara, “topluma”- en yumuşak tabirle “kötü” davranır. Bataille’a göre toplum, özgürce oynanan saflık oyununun karşısına, çıkar hesabına dayanan aklı koyar (s. 15). Babasını maddi sebeplerden dolayı suçlayan annesi ve kız kardeşi, sonradan görmeliğin para tutsaklığına kapılmış dayısı, toplumun bu yanını temsil eder. Baret topluma karşı çıktığı, onu reddetmeye çalıştığı oranda, annesi, kardeşi ve dayısı toplumun, toplumsal olanın mevcudiyetine ve devamına katkıda bulunmaktadır.

 

Kafka’nın Dönüşüm’ü yabancılaşma hakkında, şimdiye kadar yazılmış belki de en önemli metindir Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesini (bir yabancılaşma metaforudur bu) sürekli ailesi ve yakın çevresi arasında bulunmasına bağlar Kafka. Baret ise yabancılaşma sürecini, Nafıa’ da, ailesinden ve çevresinden uzakta geçirdiği üç buçuk yıl içinde tamamlar. Bu, Baret’in yabancılaşmasının kaynaklarından ayrı düştüğü süre zarfında tüm geçmiş deneyimini yeniden yaşadığım gösterir. Eve döndüğü gün, son bir çabayla içine düştüğü yabancılaşmadan kurtulmak ister. Nafıa’da bulunduğu sırada yabancılaşmasına sönük bir ümit de eşlik etmiştir fakat sıkıntılarının kaynaklarıyla karşılaştığında yabancılaşma süreci tamamlanmış, Baret’in bundan sonraki hayatını yönlendirmeye hazırdır artık.
Roman Baret’in yaşamındaki kırılma noktasında, Nafıa’daki askerliğini bitirip eve döndüğü gün başlar. Annesiyle karşılaşması Baret’teki değişimin ilk ipuçlarını verir. Annesi Baret’e sarılmak isterken o vücudunun pisliğini bahane ederek annesiyle bedensel bir temasta bulunmayı reddeder. Baret’in vücut kiri, annesiyle ve onun kişiliğinde tüm insanlarla arasında örmeye çalıştığı duvarın harcıdır adeta:
“Dokunma pislik içindeyim (…) Bitliyim, dokunma.” (s. 12)

 

Kısa sürede yabancılaşması ailesinden ve yakın çevresinden tüm kente yayılır yabancılaştığı her şeyi bir düşman olarak görmeye başlar: “Bütün İstanbul yabancıydı. Yabancı, ilgisiz, hatta düşman.” (s. 16) Bu Baret “kötülük” yolundaki uzun ve sıkıntılı yürüyüşünün başlangıcıdır aynı zamanda.

 

Bütün insanlığı kendime karşı kışkırtmak istiyorum. Böyle bir şey, bana tüm acılarımı unutturacak bir şehvet duygusu verirdi.”(s. 278) diyen Baudelaire gibidir Evet. Alıp başını gitmek, onun için kurtuluşun en önemli adımlarından biri olacak belki de çünkü sadece o değildir yaban olan, tüm ailesi de yabancıdır, hem ona hem de birbirlerine. Babası Aşkale’ye gitmemek için varlık vergisini ödemiş, ama bütün servetini kaybetmiştir bundan ötürü suçlanan yaşlı baba, ailesi, yakın çevre: hatta kendisi için bile artık bir yabancıdır.

 

Baret tüm kinine, öfkesine rağmen insan içine, kalabalıklar arasına karışır. Gizli bir “flaneur”dür aynı zamanda. Günlük hayatın yoğun ve tekdüze telaşını hisseder işsiz kalınca avare dolaşır, meyhaneye gider, ucuz sinemalara gider ısınmak için. Aynı anda da tüm olanlara, çehresine ve hatta tüm dünyaya uzaktan bakmaya, onlardan biri olmamaya çalışır. En az kendi kadar yabancı olan amcası gibi Schopenhauer’cu bir ahlak öğretisine uygun olarak bir adada, dünyadan el etek çekerek yaşamak yerine, belanın, sıkıntının tam ortasında yaşamayı tercih eder. Walt Benjamin’in Baudelaire için söylediği Sözler Baret için de geçerlidir bir ölçüde “Kitle için Baudelaire daire yoktu. Ama Baudelaire için bu kitle vardı. Bu kitlenin görünüşü Baudelaire’i her gün kendi başarısızlığını ölçmeye itiyordu.” (s. 140) O da bilinçli ya da bilinçsiz, yabancılığını ölçer insanlar arasında. Yakınları, annesi, kız kardeşi, dayısı, beraber çalıştığı insanlar, hatta babası ve amcası ise öfkesinin, nefretinin ateşini körükler. Baret için bir yerden sonra onların taşıdığı anlam bundan ibarettir. Romanın üçüncü bölümü, Baret’in ha yatının yeni bir dönemini, gerek fizikse gerek ruhsal var oluşunu ” de-construct’ etmeye (ayrıştırmaya) başladığı, fiziksel ve ruhsal ‘acı çekerek-çektirerek Biberyan’ın tabiriyle deri değiştirmeye çalıştığı kritik bir geçişi kapsar. Acılarla dolu bu yeni hayatı, tüm öfkesini ve kinini kaldığı pansiyon sahibesinin saf, masum ve aptal kızı Lula’dan çıkarmaya çalıştığı bir “spleen”dir Baret için. Kötülük yolunda yürümeye başlamıştır artık.
Baret için Lula “Lula” dışında her şeydir: ‘İnsanlığın’ tümüdür, yabancı olduğu çevredir, öfkesinin ve acısının kaynağıdır.

 

Lula onun lanetli yanıdır. Lula’yla oynar adeta onu, kendisini yutmaya çalıştığına inandığı toplumun yerine koyar. Saf, güçsüz, zavallı, Baret karşısında çaresizce boyun eğen Lula, Baret’in tüm insanlığın uğramasını istediği bir yenilginin metaforudur birikmiş tüm öfkesinin, kininin kötülük eylemine dönüştürülmesinin üzerinde denendiği bir kobaydır. Egemenlik savaşında zafer kazanabileceği tek cephedir. Bunun farkında olan Baret tüm kötülükleri denemekte kararlıdır Lula üstünde. Lula’ın acılarına Baret’in fiziksel acılan eşlik eder. Herkese öfkeli olan Baret kendisine de öfkelidir ve en az onlara olduğu kadar kendisine karşı da acımasızdır. Baret’in acı çekme arzusu bir tür intikamdır aslında. Acıyı içselleştirerek, peşini bırakmayan bir düşmanı bir anlamda bedeninin bir parçası haline getirir acıyı nefes almak gibi veya, bedensel var oluşunu hissetmek gibi bir şeye, dönüştürmek ister. Lacan “Korkunun ‘nesne’si yoktur bir ‘özne’si vardır, o da ‘ben’dir” der. Baret içinse acının bir “nesne”si vardır, bu aynı zamanda acısının öznesidir de. Bir yabancı olarak yaşamındaki yalnızlık ve kendisi de dahil olmak üzere herkese duyduğu sonsuz öfke, acıyı Baret için hava kadar doğal bir şey haline dönüştürmüştür acı sıradanlaşmış, Baret’in hayatını sürdürmesi için gerekli olan bir tür, uyuşturucu olup çıkmıştır.

 

Lula’nın ölümü Bataille’ın sözünü ettiği “özgürlük mücadelesinin kefareti”dir. Ölme, öldürme acı çekme ve çektirme hep içindedir bu savaşın. Baret’in Lula’nın ölümü karşısında gösterdiği tepki, içine, düştüğü çıkmaza da bir tepkidir aynı zamanda. Annesiyle Lula’nın özdeşleştiği rüya Baret’in içinde bulunduğu ruhsal durumu gösterir açıkça. Hiçbir şeyden emin olmayan Baret için artık gerçeklik de kaybolmaya başlamıştır.

 

“Kapalı gözlerinde fantastik ölçüde kalabalık bir dünya kaynıyordu. Bilincinin kabaran dalgaları halüsinasyon kayalıklarında parçalanıyor ve beyaz tozun onu uyutması gerektiğini ümitsizce tekrarlayıp duruyordu.” (s. 306)

 

Baret, iç dünyası bir çelişkiler yumağına dönmüş çaresiz insan motifinin mükemmel bir modelidir. O amacını aşağı yukarı belirlemiştir. Bu amaca ulaşmak için ödeyeceği kefareti göze alacak kadar da cesur ve gururludur. Fakat en temel problemi, en az çevresine olduğu kadar kendine de yabancı olmasıdır. Nereye gitse, ne yapsa bu yabancılık onunla birliktedir ve bu, dünya karşısında kendi egemenliğini ilan etme savaşında başarısızlığa mahkum olmasının yegane sebebidir. Lula’nın ölümünden sonra hissettiği şey, bir zafer duygusundan çok suçluluk ve pişmanlıktır. Kendine yabancılığı ilk başlardaki cesaretini de alıp götürmüştür. İntihar, ona var oluşunu yeniden hissetme olanağı vereceği, onu kendi kendisi için bir “nesne” kılacağı için düşünemeyeceği, daha doğrusu cesaret edemeyeceği bir eylemdir. Var oluşunun ruhsal yanına yabancılaşması fiziksel yanına da sıçrar. Bedenine eziyet etmek ve fiziksel acı, bedensel var oluşunu, bir anlamda da bedensel yabancılaşmasını hatırlatır ona. Yaşamla tüm ilişkisi kesilmiş Beckett karakterlerine, örneğin Murphy’ye benzemeye başlar: Yavaş bir hiçlik içinde yaşamaya başlamak, her şeyi anlamsız bulmak ve yaşamayı sadece bir nefes alıp verme olarak algılamak…

 

Baret romanın sonunda yapması gereken tek şeyi yapar: Yenilgisini kabul edip geri döner… Aynı sıkıntıyla, adeta birbirlerinin nefeslerine bile tahammül edemeyen yabancılaşmış insanlarla yeniden yüzleşir. Annesi ile kız kardeşi arasındaki düşmanlık bile çok etkilemez onu. Bu dünyada yaşamıyor gibidir. Yenilmişliğini kabullenip dingin bir hayat sürer onların yanında. Hiçbir şey etkilemeyecektir onu artık. Bundan sonra bir hiçtir “spleen”in yitik çocuğudur. Romanın son cümleleri Baret’in durumunu çok iyi özetler:
“Ve ateş kümeleri de karanlığa gömülüp yok oluyordu. Yarımada batıyordu, burun batıyordu, görünen her şey, gören bütün gözler sönüyordu. Ve yeryüzünde ne varsa, yerin dibine gömülüyordu.  Ve artık hiç bir yerde ışık yanmıyordu. Yelkenli, Gökyüzü Yolu’nda görünmez olup gitmişti.” (s. 393)

 

Değinilen kitaplar
Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, çev, Ayşegül Sönmezay, Ayrıntı Yayınları, 1997
Charles Baudelaire, “Lettres a sa mere” , I. cilt, s, II
Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yayınları, 1995.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.