Diyarbakır’ın cehennemi sıcağında, kerpiç duvarlara yuvalanmış, soktuğu zaman öldürebilen yedi boğumlu akreplerle koyun koyuna yatmamak için yataklarını damların üzerine seriyorlar. İşte böyle bir gece Mıdırgiç, sırtüstü uzanmış, bir yandan “yıldızlar âleminin gizemini izlerken”, öte yandan bütün hayal gücüyle dayısının yanında bir kaç yıl daha çalıştıktan sonra demirci kalfalığından ustalığa terfi edeceğini, eli ekmek tutunca da belki kapı komşusunun kızı Süslü ya da kilise korosunda birlikte şarkı söyledikleri Janet ile evleneceğini düşünmektedir.
Annesi ile babası, aşağıda avluda oturmuş konuşmaktadırlar. Sözcüklerin arasında zaman zaman Mıgırdiç’in adı geçmektedir.
Biraz sonra annesi ile babasının, Mıgırdiç’i İstanbul’a göndermek istedikleri anlaşılır.
Çünkü “yolunu şaşırarak Diyarbakır’a konan kır saçlı, ak sakallı bir turna, Anadolu’daki Ermeni çocuklarını toparlayıp okutmak için İstanbul’a götüreceği” müjdesini getirmiştir.
Yıl tamı tamına 1953, yani “damlardaki kalaylı bakır siniler içinde domates sularının salçaya dönüşmesi için güneş altında pişmeye bırakıldığı zaman.”
Amaç ise, Mıdırgiç’in “anadili”ni öğrenmesi…
İki gün iki gecelik bir yolculuktan sonra İstanbul Haydarpaşa garına ayak basılır. Sonrasını Mıgırdiç anlatsın:
”Anadilimi öğrenmem için İstanbul’a postalanmamın ardından, geriye kalan yaşamımı, benim hiç de hayal edemeyeceğim şekilde etkileyen o anın, o yolculuğun gerisinde bıraktığım Türkçe “gâvur!”, Kürtçe “fılla!” sözcüğü, daha İstanbul’a ayak basar basmaz Şişli”deki Karagözyan Ermeni Yetimhanesi’ndeki Ermeni çocukların ağzında bu kez alaylı şu cümleye dönüşmüştü:
“Koşuuun! Koşuuun! Anadolu’dan Kürtler gelmiş!”
Bir bölümünü yukarıda anlattığım ”Anadil Serüvenim” başlıklı öykü, Mıdırgiç Margosyan’ın başından geçiyor. Öykünün “öyküsü” ise şöyle:
Margosyan’ın Diyarbakır yöresini anlattığı ilk öykülerinden “Halil İbrahim”i okuyan Erzincanlı Ermeni yazar Hagop Mıntzuri, Marmara Gazetesi’nin 18 Mart 1976 tarihli sayısında bir açık mektup kaleme alır ve Margosyan’a övgüler düzer. Ardından da “Edebiyatı unutma, sabahından çal, gecenden çal, eser ver bize” diye çağrıda bulunur.
Mizahtan hüzne…
Margosyan da bunun üzerine, Mıntzuri’ye yanıt olarak adı geçen ”Anadil Serüvenim” başlıklı öyküsünü yazar.
İşte başta bu öykü olmak üzere, Margosyan’ın İstanbul’da yayımlanan “Marmara” gazetesinde 1969–88 arasında Ermenice olarak yazdığı yedi öyküsü, “Biletimiz İstanbul’a Kesildi” başlığıyla Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı.
Bunlardan ilk dört tanesi “Mer Ayt Goğmerı” (Bizim Oralar) başlığıyla Margosyan’ın 1984’de İstanbul’da yayımlanan Ermenice kitabında yer almış, öteki üç öykü ise ilk kez Türkçe olarak bu kitabında yer almakta.
Yayınevinin “Önsöz”ünden anlaşılacağı üzere Margosyan, orijinaline bağlı kalarak öykülerini bu kitap için Türkçe olarak yeniden kaleme almış.
Margosyan, daha önceki kitapları “Gâvur Mahallesi” ve “Söyle Margos Nerelisen?”de olduğu gibi, “Biletimiz İstanbul’a Kesildi”de de doğup büyüdüğü Diyarbakır yöresinden insan manzaraları çiziyor.
İnce bir mizahın kalemiyle… Buruk bir hüzünle, değişik kültürlerin Anadolusunun en yalın haliyle hem de…