Bu kitabı okumak benim için bambaşka bir deneyim oldu.
Birincisi, Heboyan da Fatih Özgüven ve belki çoğu esaslı yazar gibi, okurun karşısına geçip ona bir şeyler anlatmıyor. Ortaya bir şeyler koyuyor, o kadar.
İkincisi, kitapta dil-toplum ilişkileri açısından eşsiz veriler ve bakış açıları sunuluyor. Buna aşağıda yeniden değineceğim.
Üçüncüsü, “anı-öykü” kavramını düşünmemizi sağlıyor bu kitap. Kişisel olarak daha önce “özyaşamöyküsel” sıfatıyla idare ediyordum. “Anı-öykü” kavramı, “özyaşamöyküsel” sıfatına olan ihtiyacımızı karşılıyor demiyorum elbette.
Özyaşamöyküsellik, bütünü özyaşamöyküsel olmayan metinlerde de bulunabilir. “Anı” sözcüğüyle yapılan “anı-öykü”, “anı-roman” gibi bileşik adlar ise, ilgili öykünün ya da romanın özelliklerinden birini değil, bütününü işaret ediyor.
“İstanbul Yolcuları”nda, Mıgırdiç Margosyan’ın “anı-roman”ı “Tespih Taneleri”ni çağrıştıran bir yan var. Bu çağrışımda, içerik ve kitap adının sözdizimi kadar, kitabın düzenindeki yayınevi damgası da rol oynuyor olabilir: Aras Yayınları’nın kitapları, her açıdan ideal denebilecek bir özenle hazırlanmış olmalarının yanında, kurmacalar dahil, bir dizinle sunuluyor okura.
Heboyan’ın kitabındaki dizin ayrı bir önem taşıyor, çünkü kitap her ne kadar dokuz öykü ve bir sunuştan oluşuyorsa da, bunlar aynı bütünün parçaları aslında. Birbiriyle örtüşen kesimleriyle, bir tür dönem öyküsü sunuyorlar bize. Aynı kişilere ve yerlere, kitaptaki birden çok öyküde rastlıyoruz. Öykü kişilerinden bazılarını, dizinden başka, kitabın arkasındaki fotoğraflardan da izlemek olanaklı. Böylelikle kişiler kadar, bütünle ilgili kavrayışımız da artıyor.
Kaçınılmaz soru: Metin dışı gerçekliğe bu derece bağlıysa, öykülüğü nereden geliyor bu metinlerin? “Anı” değil de “öykü” sınıflandırmasıyla sunulmaları yerinde mi? Bence, evet. Anı türünde yazılsa belki ilgisiz kaçacak, yerleşik anı tasavvuruna fazla gelecek ayrıntılar ve kurgu özellikleri var bu anlatılarda. Tür olarak anı-öykünün ya da anı-romanın seçilmesi yazara ve okura anıdan farklı (daha üstün değil, yalnızca farklı) olanaklar sunuyor.
“İstanbul Yolcuları”nın yazarı Esther Heboyan, İstanbullu bir Amerikalı. Doğduğunda kendisine verilmiş olan ad, Yester. Bu adın, batıya doğru gittikçe, yakınındaki daha başka adlarla birlikte nasıl dönüştüğünün, Esther olduğunun öyküsü, çağımıza ait, gitgide üstümüze gelen alt üst oluşların en kısa ve en esaslı anlatımlarından biri. Bu bölüm ve kitabın gerek sunuş yazısında gerekse sonlarında yoğunlaşan dil odaklı bölümler, dil meraklılarını derinden sarsacak nitelikte:
“… onlar duygularını ve düşüncelerini sözdizimleri ve deyimlerle trampa etmişlerdi.” (sf. 113)
Bu sözle ve sözün geçtiği öykünün bütünü ile ilgilenmezsek, kendimizi dil sorunlarıyla ilgileniyor saymayalım.
Yester Heboyan İstanbul’dan annesi ve kardeşiyle birlikte, göçmen işçi olarak Almanya’da çalışan babasının yanına gitmek üzere 1963’te ayrılmış. Sekiz yaşındaymış o zaman. Ayrılış o ayrılış. Almanya-Fransa-ABD. Ermenice-Türkçe-Almanca-Fransızca-İngilizce. “Fakat ben yalnız İngilizce ve Fransızca yazabiliyordum, onlar [yazarın annesi ve babası] yalnızca Türkçe ve Ermenice okuyabilirdi. İki dilden dört dile geçmiştik ve birbirimizi anlamak imkânsız görünüyordu.” (s. 11)
Esther Heboyan İngiliz ve Alman edebiyatı uzmanı.
Bu kitabının Türkçe çevirisine Türkçe bir sunuş yazması istendiğinde önce beceremeyeceğini düşünmüş. Sonra, yazmış. Sunuşunun başlığı: “Annemin ve Babamın Kelimeleri.”
Anneannesini anarken ise şöyle diyor: “O çoktandır anlamıştı:
Dillerin içinde ve etrafında yaşamak için öfke değil sabır lazımdı.” (s. 13) “İstanbul Yolcuları”, anı, öykü, dil vb kavramların yanı sıra, daha önce okuduğum başka öykü kitaplarıyla olan ilişkimi de yeniledi. Kapağında “anı-öykü” yazmayan kitaplarda ortak özellikler görür gibi oldum. Bu özelliklerden biri, yazarların, derinlerindeki gerçekleri, çıplak haliyle bulmak, onları yeniden değerlendirmek ihtiyacıyla anlatan kadınlar olması: “Anneannem” yazarı Fethiye Çetin, “Annem Gibi Olmadım” yazarı Mebuse Tekay, “Gözlerini Değiştirsinler Çocukların” ve “Duran Zaman” yazarı Ayfer Coşkun gibi. Farklı gerçekler, kesişen duygular, ihtiyatla anlatan, “hikâye anlatıcısı” kadınlar.