Adalet Ağaoğlu, “Anı-öyküler” başlıklı Dil Meseleleri üzerine telefon ederek, “anı-roman” kavramıyla ilgili bazı bilgiler verdi. Kendisinin bu kavrama 1985’te yayımlanan “Göç Temizliği” romanıyla uğraşırken ulaştığını, bu süreçle ilgili günlük notlarının “Damla Damla Günler”de yayımlandığını, sürecin, ilki 7 Haziran 1985 tarihli notta olmak üzere oradan (s. 164, 168, 178, 184) izlenebileceğini belirtti.
Kavramların yaratıcılarının ya da ilk kullanıcılarının anılmasını önemsiyor Adalet Ağaoğlu. “Anı-roman”ın yanı sıra, “Kardelen”, “Karşılaşmalar”, “Hiçbir Yer”, “Dar Zamanlar” gibi Türkçe edebiyat alanında ilk kez olmak üzere ulaştığı bazı kavram ve sözcükleri, daha sonra, kaynak göstermeden, tırnak içine bile almadan kullananlar olduğunu anlatıyor.
İlgisi ve katkısı için Adalet Ağaoğlu’na teşekkür ederim. Kavramların ilk kez kim tarafından, ne zaman, nerede ve hangi anlamda kullanıldığı bence de önemli. Patent paylaşımı için değil, düşünsel yaşamımızın gelişme sürecini incelikleriyle izleyebilmek için. Bir kavramın belirli bir dil ve kültür içinde, belirli metinlerle bağlantılı olarak dolaşıma girmesi (ya da girmemesi) düşünsel yaşamı etkilediği içindir ki iyi genel sözlüklerde, özellikle de alan sözlüklerinde kavramların ilk kez hangi yazar tarafından hangi tarihte kullanıldığı belirtilmeye çalışılır.
“Damla Damla Günler”de Ağaoğlu’nun söylediği sayfalara bakıyorum: “Anı-Roman” sözcüğünü hep böyle büyük harfle başlatarak ve aldığı ekten kesme işaretiyle ayırarak yazıyor başka bir deyişle, sözcüğü özel ad gibi kullanmış ve giderek “Göç Temizliği” romanının altbaşlığına dönüştürmüş. Bir gün günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan bir Türkçe edebiyat sözlüğü yapılırsa, “Anı- Roman” biçimindeki büyük harfli madde başlığının Adalet Ağaoğlu’na ayırılması gerekecektir. Öncesinde, gözden kaçmış başka kullanım yoksa elbette.
Bazı sözcüklerin farklı yazarlar tarafından farklı anlamlarda kullanıldığı gerçeği de var. “Göç Temizliği”nin yazıldığı tarih, 1985. Aradan geçen yirmi küsur yılda “anı-roman” sözcüğü bazen kısa çizgiyle, bazen kısa çizgisiz ve bitişik, ama küçük harfle yazılarak, terimleşti, bir roman türünü adlandırır oldu. Bu noktada yayınevleri arasındaki bir farklılığa dikkat çekmeden geçmemeliyim: “Anı-roman” sözünü dizi adı olarak kullanan yayınevlerinden bazılarının bu sözden kastı, belli ki, bir roman türü değil, “anı kitapları ve romanlar”dır. Kısa çizginin bileşik sözcük yapmayıp, “ve” anlamını verdiği kullanımlardır bunlar.
“Anı-roman” bir roman türünü ya da tekniğini adlandıran bir bileşik sözcük olarak da farklı anlamlarda kullanılabiliyor. Yazarın özyaşamöyküsüne dolaysız bir biçimde bağlanabiliyor bazen. Bana kalırsa, kaçınılması gereken bir anlayış bu. Roman ya da öykü söz konusu olduğu sürece, anlatıcıyı hiçbir biçimde yazarla tam olarak aynı kişi saymamak gerekir. Bu ikisinin örtüştüğünü bildiğimiz durumlarda bile.
Konuyu biraz daha açabilmek için, kavramın çok daha eski olduğu Fransızca ve İngilizcedeki deneyimlere bakmak yararlı olabilir. Bu dillerde “anı-roman”ın (sırasıyla “roman-mémoire” ve “memoir-novel”) teknik özellikleri genellikle şöyle sıralanıyor: Anlatıcının birinci tekil kişi (“ben anlatıcı”) olması, zaman kipi olarak “-di’li geçmiş”in kullanılması ve anlatıcıya ait anıların söz konusu edilmesi.
Şimdi, bu özellikleri taşıyan romanlar arasında, yazarın kendi özyaşamöyküsünü malzeme kılarak yazdıkları da var, ünlü “Robinson Crusoe”daki gibi bütünüyle kurmaca bir anlatıcının ağzından yazdıkları da. Yalnızca bir ya da birkaç bölümü “anı-roman” tekniğiyle yazılmış romanlar da olabiliyor vb.
Ağaoğlu’nun “Göç Temizliği”nin de Esther Heboyan’ın “İstanbul Yolcuları” gibi yazarın özyaşamöyküsüyle örtüştüğü, yine yazara ait metinlerden bildiğimiz bir durum. Öyle görünüyor ki Heboyan özellikle kurgusal özgürlük için öykü türüne başvurmuştur, Adalet Ağaoğlu ise özellikle eğretileme gibi olanaklardan daha iyi yararlanabilmek için. Ağaoğlu, “Damla Damla Günler”de, “Anı-Roman”ının çıktığını kaydederken bu dolayımın anlaşılmayacağına ilişkin kaygısını şöyle belirtiyor:
“Galiba kitaba ‘Anı-Roman’ dememdeki ironi, kendimle ‘ödeşmem’ falan pek anlaşılmayacak. Bir çalışma odasının dili’ne yabancı kalınacak (mı acaba?).” (s. 178)
Ağaoğlu “ironi” diyor, ben “eğretileme” demekten yanayım. “Göç Temizliği”ndeki “göç” ve “çalışma odası” dahil olmak üzere pek çok “şey”, en az iki anlamlı olarak okunabiliyor: “Oda çok karışık” (s. 147).