Benim yol arkadaşlarım bu öyküler. Her gün yüz otuz kilometrelik yolun bir bölümünü öykü kahramanları ile dertleşerek tüketirim. Ne onlar beni rahatsız eder, ne de ben onları “Tehcir” ederim.
Güncel arkadaşlarımın maç, döviz, parite, köşe dönme, yıvışık TV paparazzilerinden uzak bir dünya kurduk kendimize. Hiç olmazsa kendi tinsel dünyamızı törpülemiyoruz. 1950–60 yıllarda sinema özleyicileri Ara Güler adını fotoğraflarda, film fotoğraflarında göre göre belleklerine yerleştirdiler. İzleyicileri Fikret Otyam oldu. Otyam’la aynı ekole yakın durdular ve “Sanat Fotoğrafı-Fotoğraf Sanatı” kavramlarını yerine yerleştirdikleri gibi yazarak da fotoğrafla yakalayamadıklarını kalıcılaştırdılar.
1995’li yıllara kadar Sayın Ara Güler’in yazı yönünü bilmiyordum. Türkiye yazınından ve Ara Güler’den kişisel olarak özür dilerim. Bizlerle yazarı buluşturan Aras Yayıncılık’ın üstlendiği önemli görevi yadsımamak gerekir.
Köylerde, kentlerde ve kendi içinde yalnız insanlar vardır. Kent yalnızlarının olabileceğini, kent insanlarının mutsuz da olabileceğini kolay kolay düşünemeyiz. Yerinden ayrılmayan meyhaneci, onun üç beş daimi müşterisi ve geçip giden bir yılbaşı gecesi. Herkes mutlu olmayı bekliyor, ama hiç bir şey de değişmiyor. Mutsuzluğu, hüznü Noel bile sökemedikten sonra… (Garip Bir Yılbaşı Gecesi – 1950 New York Times – Uluslararası Edebiyat Yarışmasında ödül almıştır.)
Bir noktada Muhsin Ertuğrul Sinema-Tiyatro geçiş kuşağı filmleri tadını duyumsarım ben. Ben insanım, erdemim, barışım, evrensel duygu ve düşüncelerim, insanlığım. Yenilmiş, yıkılmış, baskı altında da olabilirim. Ama yok olmamız olası değildir. Barış ve erdem bir gece kapımızdan ıslık çalarak geçebilir. (Babil’den Sonra Yaşayacağız) Aç gözlülük tüm duygularımızı köreltirse, olmadık becerilerimizi, uygun olmayan ortamlarda şansa çevirmeye çalışırsak, Hovsep oluruz.
Kadın “Mutluluk boşluktadır, çığlık mutluluğu kovdu. Karga da gitti.”
Mutluluk nerede başlar, mutsuzluk nerede biter? Yalnızlık mutsuzluğun açık kapısı mı? Büyük kent sokaklarının yüreği dağ gibi insanlık dolu ama cepleri rüzgârla bile şişmeyen, şişmesine de pek aldırmadığı insanların tutkularının, aşklarının sıradanlığının güzelliği ve anlatıcının ustalığını yansıtan öykülerinden biri pazarlık.
DP İstanbul’u. Her yer 6–7 Eylül olaylarına hazırlanıyor. Ama bunun kimse farkında değil. Ekonomik yapının giderek bozulduğunu, sistemin çöktüğünü öykü sezdiriyor. Kendi on yedi yaşındaki kızını pazarlayan ailenin beyefendiliği, çelebiliğinin öyküdeki özgünlüğü. Kurgu, konu, anlatım her şeyiyle ilginç öykü, pazarlık. Okuyucuya ben sormak isterdim: “O yıllarda mantar gibi her yerde Komünizmle Mücadele Derneği biterken, nasıl böyle bir pazarlık oluyordu? Siz uyudunuz mu?”
Yazar, babasının öyküsünde toprak sevgisinin insan sevgisinin düz yazısını mı yoksa şiirini mi yazmış? Kararı okuyucuya bıraktım.
Sait Faik, Sabahattin Ali tadında öykülere yönelmişken, fotoğraf öykücülüğe kuma gelmiş. Ama tam gelmiş.
Sayın Ara güler doğal olarak kendi kendinin fotoğrafını çekmiş bile.
Sanat çok yönlü duyarlılıkların bileşkesi ise, sanırım her fotoğrafın arkasında bir roman saklı. Sayın Ara Güler, her çektiği fotoğrafa bizim bir öykü kurgulamamızı istiyor, böyle bir açıyı bize sunuyor.
Sizi, öykü yazmayı sürdürmediğinizden dolayı suçlamak isterdim. Fotoğraf sanatına saygımdan bağışlıyorum. Belki siz de öyle düşünürsünüz okuyunca.