Biberyan’ın Yalnızlar’ı: İnsana dair ne varsa o

Biberyan’ın Yalnızlar’ı: İnsana dair ne varsa o
Gazete Duvar
Emek Erez
22.09.2016

Zaven Biberyan’ın ‘Yalnızlar’ adlı romanı Aras Yayıncılık’tan çıktı. Kitapta 1950’li yılların İstanbul’unda yaşayan farklı etnik gruplar yer alıyor: Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Türkler.

Sürükleyici kitap diye bir tanımlama vardır. Nedir sürükleyici kitap? Neden okur kitap çok sürükleyiciydi diye düşünür acaba? Elbette tanımlar değişir. Kitaplar söz konusu olduğunda, konusu, kurgusu okurun ilgi alanı, dili gibi pek çok faktör devreye girer. Ancak bana sorarsanız sürükleyici kitap; merak unsurunun son âna kadar canlı tutulması ile ilgilidir. Öyle merak edersiniz ki nasıl biteceğini elinizden bir an bırakasınız gelmez. Zorunlu olarak bıraktığınızda ise karakterleriyle birlikte yaşamaya başlarsınız. Kitabın sizi içine çeken karakterini ya da konusunu hayatınızın içine taşıverirsiniz. Çünkü aklınız kitapta kalır.

 

Zaven Biberyan‘ın Aras Yayıncılık tarafından basılan, “Yalnızlar” (Sürtük) adlı kitabı benim için tam anlamıyla sürükleyici bir kitap okuma deneyimiydi. Biberyan’ın kitabı öncelikle diliyle oldukça ilgi çekiyor. Yazar, yalın bir dille söylemek istediğini hiç zorlamadan, süslü betimlemelere, aforizma tadı veren cümlelere yer vermeden ifade etmiş. Dil doğal bir üslupla akıp gidiyor ve kitabın bu kadar içine girebilmenizde ve “bir çırpıda” okunmasında önemli bir faktör hâline geliyor. Ayrıca karakterlerin de rolü büyük anlatının bu denli canlı olmasında, yazar, bir karakter ekseninde dönüp durmaktan çok her karakteri ayrı ayrı yaratmış denilebilir. Kitabı okurken hepsinin hem yaşam içerisindeki hâllerine hem de zihinlerinden geçenlere odaklanabiliyorsunuz. “Yalnızlar” genel olarak diyaloglarla örülmüş ve bu da okumayı ayrıca zevkli bir hâle getiriyor.

 

KIRILAN, YALNIZ, HIRSLI, KAVGALI…

Yalnızlar” aslında insanı anlatan bir roman. Kitapta 1950’li yılların İstanbul’unda yaşayan farklı etnik gruplar yer alıyor: Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Türkler. Ancak Biberyan kimlikleri çok öne çıkarmadan kurmuş anlatısını insanı anlatan bir roman deme sebebim bu yüzden. Kırılan, yalnız, hırslı, kaygılı, sınıf atlamaya meraklı, fakir, zengin, hevesli, iyi, kötü ama hepsini eşitleyen kendilerince bir yalnızlığa sahip olmaları. Örneğin; kitabın karakterlerinden Gülgün (sürtük) küçük yaşta ev işlerini gördürmek üzere zengin bir aile tarafından evlat edinilmiş. Gülgün büyüdükçe, ailedeki yerini fark ettikçe içten içe eziliyor, sıkıntıya düşüyor ve bunalımlı bir ruh haline bürünüyor. Oysa “seksapel” dergisindeki kadınlar kadar güzel o ama bunu sadece kimse yokken evin sahibiymiş gibi davranabildiğinde hissedebiliyor. Çünkü onu evlatlık alanların gözünde sadece işlerini gördürmek için alınmış bir hizmetçi, küçümseniyor, kötü muamele görüyor, eziliyor. Gülgün’ün bu ikilemi onu bir varoluş kaygısına itiyor, kim olduğunu sorguluyor devamlı evin kızı Gülgün mü yoksa hizmetçi Gülgün mü? O bu nedenlerle hayal ettiği yaşama kavuşmak ile evde kalıp evlatlık olarak varlığını sürdürmek arasında bocalıyor, bocalıyor…

 

VAROLUŞ SANCISI

Biberyan, Gülgün üzerinden insanın kalmakla gitmek, hayaller ve gerçekler arasında sıkışıp kalmışlığına, çelişkisine ve varlık sıkıntısına vurgu yapıyor. Yazarın varoluş vurgusu kitabın diğer karakteri Krikor için de geçerli. Krikor, annesinin etkisinde kalmış, çok kendisi olamamış, yaşadığı sıkıntıları genelde annesine bağlayan, ona kızan ancak yalnız kaldığında, sorguladığında bir yandan da ona acıyan bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Biberyan’ın aslında tüm karakterlerinin kendince sıkıntı ve bunalımları var ancak yazar bunu öne çıkarmıyor, sanırım bu romanı “iyi” yapan özelliklerden birisi de bu. Tıpkı yaşamdaki gibi; gündelikler devam ederken, bir yandan komşular çekiştirilirken, bir yandan para hesabı yapılırken, insanın belki de kendisinin bile fark etmediği o geçmeyen varoluş sancısı.

 

Kitabın genel teması insan varlığı demiştik. Elbette insanın olduğu yerde güç mücadelesi olmazsa olmaz. İnsan türü Neolitik dönem itibariyle doğayı tahakküm altına alarak kazandığı güç mücadelesini, o zamandan beri yaşamının her alanına taşıyor dersek abartmış olmayız zannedersem. “Yalnızlar”ın da birçok yerinde aile içi ilişkilerde bu güç mücadelesine tanıklık ediyoruz. Edilen kavgalarda, dedikodusu yapılan komşu ile ilgili söylenenlerde, küçük iğneleyici laflarda bile hissedilen bu durum Biberyan’ın anlatısı içerisine yerleştirilmiş. Mesela; Annesinin ve teyzesinin muhabbetinden sıkılan Krikor, onlara bir şey söyleyemediği için evin kedisi Tekir’i tekmeliyor. Çünkü insan türü gücünün yetmediğine ikna olmak istemiyor ve kendisini güçlü hissetmenin yolunu iktidarını gösterebildiğini ezerek, hor görerek, acı çektirerek kanıtlamaya çalışıyor. Yazar bunu anlatının içerisine bilerek mi yerleştirdi bilemiyoruz ama bana kalırsa kediye atılan tekmenin böyle simgesel bir anlamı var.

 

Biberyan’ın “Yalnızlar”ında çok farklı kimliğe sahip insanlar var. Ancak kitapta bariz bir şekilde hissedilen bu kimliklerin “bir arada” ama ilişkisiz olmaları. Muhabbet içinde Ermeniler’den, Rumlar’dan, Türkler’den söz ediyor karakterler ancak dışarıdan bir gözlemle, yabancı bir bakışla ve dile sinen bir önyargıyla. Bu ilginç bir durum aslında Biberyan’ın anlatıyı böyle kurgulayarak anlatmaya çalıştığı bir şeyler olmalı, bugün hâlâ anlatılamayan bir şeylerin, belki de ellili yıllardan bir gözlemi sunulmaya çalışılan.

 

Yalnızlar” ve Biberyan edebiyatı üzerinde durmaya değer. Baştan beri bahsetmeye çalıştığım gibi; kurgusuyla, diliyle, karakterleriyle insana, onun varlık sanıcısına abartısız bir doğallıkla, içimizden bir yerlerden yaklaşabilmiş bir yazar Biberyan. İyisiyle, kötüsüyle, kaygısıyla, hırsıyla, bencilliğiyle; tüm kimliklerin ötesinde insana dair ne varsa bulabileceğiniz bir kitap sözünü etmeye çalıştığım.

 

ZAVEN BİBERYAN KİMDİR?

Zaven Biberyan, 1921’de İstanbul Kadıköy’de doğdu. Kadıköy Aramyan-Uncuyan ve Dibar Gırtaran (Sultanyan) Ermeni ilkokulları, Saint Joseph Lisesi ve İstanbul Ticari İlimler Akademisi’nde öğrenim gördü.

 

1941’de Yirmi Sınıf (Kura) asker toplanırken, o da askere alındı ve Nafıa hizmetine verildi. Akhisar’da kendisi gibi Nafıa askeri olan Jamanak (Zaman) gazetesi yöneticilerinden Ara Koçunyan’la tanıştı. Üç buçuk yıl süren askerlik dönüşü Jamanak gazetesinde yayınlanan “Krisdoneutyan Vağhcanı” (Hıristiyanlığın Sonu) adlı yazı dizisi büyük gürültü kopardı, dizinin yayını durduruldu. Nor Lur (Yeni Haber) ve Nor Or (Yeni Gün) gazetelerinde, daha sonra da Jamanak gazetesi yayın kurulunda görev aldı. Sosyalist düşüncelerinden dolayı gelen baskılar sonucu gazeteden ayrılmak zorunda kaldı. 1946’da Ermeni aleyhtarı bazı tutum ve yayınlara karşı Nor Lur gazetesindeki Al Gı Pave… (Artık Yeter) başlıklı yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayıp hapis yatan, daha sonra bulduğu işlerden de baskılar sonucu ayrılmak zorunda kalan Biberyan, sonunda ülkeyi terk etmeye karar verip 1949’da Beyrut’a gitti. Orada gazetecilik mesleğini, Ermenice yayınlanan Zartonk (Uyanış) ve Ararat’ın yazı işlerinde görev alarak sürdürdü; Halep ve Paris’teki bazı dergi ve gazetelerde de makaleleri yayınlandı. Siyasi durumun iyileştiğini düşünerek, yaşamını güç koşullarda sürdürdüğü Beyrut’tan ayrılıp 1953’te İstanbul’a döndü. Seta Hıdıryan ile evlendi, bir kız çocukları oldu. Bir süre Osmanlı Bankası’nda çalıştı. 27 Mayıs 1960 darbesini izleyen günlerde Marmara gazetesinde politika yazarı olarak görev yaptı. 1964’te yayınlamaya başladığı Nor Tar (Yeni Yüzyıl) adlı siyasi ve edebi dergi maddi sıkıntılar nedeniyle kapandı. 1960’lı yılların sonunda Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi’nin redaksiyon kurulunda yer aldı. Türkiye İşçi Partisi’nden 1965 genel seçimlerinde İstanbul milletvekili adayı oldu; ancak milletvekili seçilemedi. 1968 yerel seçimlerinde ise aynı partiden İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçildi ve meclis başkan yardımcılığı yaptı.

 

Ülser hastalığına yakalanan Biberyan 4 Ekim 1984’te yaşama veda etti ve Şişli Ermeni Mezarlığı aydınlar bölümüne gömüldü.

 

1970’te Jamanak gazetesinde tefrika edilen ölümünden birkaç hafta önce ise kitap olarak yayınlanan romanı Mırçünneru Verçaluysı (Karıncaların Günbatımı) onun başyapıtı sayılır. Bu kitap Türkçe’ye Babam Aşkale’ye Gitmedi (1998) diğer bir romanı Yalnızlar (2000) adıyla kazandırıldı.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.