Çağının tanıklığını üstlenen usta ‘foto muhabiri’ Ara Güler’in siyah beyaz klasik fotoğrafları Pamukbank Fotoğraf Galerisinde sergileniyor.
İlk sözü, “Benim yaşımı yanlış yazmışsınız bültende. 70’e değil 69 yaşıma gireceğim. 1928 doğumluyum ben. İnsan doğar doğmaz bir yaşına mı girer?” oluyor. Foto muhabirlerinin röportaj sırasında herhalde en rahat çalıştığı insanlardan biridir Ara Güler. Bizimle konuşurken, aynı zamanda bir gözü de objektifte. Sanki daha çok onunla konuşuyor gibi. Ama bir türlü gülmüyor. “Zaten hiçbir fotoğrafta gülmem ben. Eşim de kızar bana” diyor. Yılların foto muhabiri, Pamukbank Fotoğraf Galerisi’nde açılacak sergisinin hazırlıklarını yaparken ağırlıyor bizi. Bu yıl 69 yaşına giriyor Ara Usta, 70’e değil. Oturup takvim hesabı yapmış ısrarla “70’e daha bir yıl var” diyor. Ancak fotoğrafta yarım asırı geride bıraktığında hemfikiriz. Devrinin yaşamını, yanından ayırmadığı Leica’sıyla tam yarım asırdır belgeliyor Ara Güler ve “Biz foto muhabiriyiz işimiz görsel tarih yazmak. Kromozomlarımız bile farklıdır bizim” diyor. Usta’nın 1950–60 yıllarında çektiği siyah beyaz klasik fotoğrafların yer alacağı sergi salı günü açılacak. 28 Mart’a dek sürecek sergide bir devrin estetiği ve ‘görsel tanıklığı’nı izleyeceğiz.
Görsel tarihi yaratmak çağa tanıklık etmek sizin için çok önemli. Peki, bu döneme yani ྖ’lara tanıklık etmekten hoşnut musunuz?
Tabii ya, çağdaş olmak, insanlarla aynı devirde yaşamak diye bir şey var. Sen ister beğen, ister beğenme. Yaşıyorsun ya! Bu devirde belki başka türlü fotoğraf çekmek lazım.
Bugün İstanbul’da bizim aradığımız o tat yok artik, ama muhakkak başka bir tat var. Mutlaka olacaktır. Bugün bir Orhan Veli şiirindeki tadı yaşayabilir misin? Şoförün karısı el sallar mı sana pencereden? Ya da Süleyman Efendi’nin nasırı kimin umurunda artık? Her sanatçı, yazar, sinemacı kendi zamanını yazar. Dostoyevski’yi okursun, o zamanın Rusya’sını anlarsın. Steinbeck’i okursun, pamuk tarlalarında çalışan insanların hayatını anlarsın. Bütün sanat bir şey anlatır. Edebiyatçı yazar, bitirir. Bizimki de yarım sanat işte. Edebiyat imajinasyondur ama fotoğraf yalan konuşmaz. Fotoğraf, doğru söyleyen bir makinedir. Şu makine soğuk bir alettir. Duygusuzdur sevdalanmaz. Hâlbuki ressamın gözü, fırçası sevdalıdır.
Peki ya kameranın ardındaki fotoğrafçının sevdası?
Tamam, ama biz fotoğrafı bir mesaj aleti gibi kullanıyoruz. Vapur fotoğrafı çekeceksin, ama vapur sittin sene geçmiyor. Hadi bakalım ne yapacaksın? Sanat hürriyetten doğar. Oysa ben hürriyeti olmayan bir makineye sahibim. Fotoğrafçı insan dramını, insanın çektiği işkenceyi gösterir. Fotoğrafın o ıstırabı anlatması için o insanı anlamak lazım.
Son röportajınız hangisi?
Borneo Adası. Kurukafa avcıları ile röportaj yaptık. Tehlikeli timsahlar, yılanlar, goriller. Mihmandar, motorcu, bir de silahlı herif. 50 dolar veriyorum adam başına. Dereden gidiyorsun, yol yok. Ağaçlar, sarmaşıklar yolu kapatıyor. Kaç defa ağaç kesip yolu açtık… Şimdi böyle röportajlar da var, adam gazeteci oluyor, hiçbir yere gitmiyor. Cumhurbaşkanı peşinde. Ama mesela Coşkun Aral’a bak. Adam Himalayalara gidiyor, mabet çekmeye. Bir bakıyor ki mabet kapalı. Dönüyor gerisin geriye.
Sizin de kapısından döndüğünüz bir ‘mabet’ oldu mu?
Mabet değil de… Charlie Chaplin ile röportaj yapmak istedim, ama bir türlü kabul etmedi. Günlerce kapısında bekledim. Kar yağıyor. O kadar taksi parası verdim ki herifin yüzünden. Doberman köpekleri var içeri de giremiyorum. Sonunda karısı acıdı bana Eugene O’Neill’in kızıdır kendisi, kapıcıya söylemiş gelsin bir çay içsin diye. Gittik, konuştuk. Charlie Chaplin felç olmuş. Fotoğraf çektirmek istemiyor. İnsanların hatırasında yarattığı tip olarak kalmak istiyor. Ben de ona bir mektup yazdım: ‘Siz artık kendinizin değilsiniz buna hakkınız bile yok. Siz insanların malı olmuşsunuz’… Artık ne kadar palavra varsa yazdım. Çok hoşuna gitmiş, ama yine de kabul etmedi.
’lerde yazdığınız öyküleri geçen yıl kitaplaştırdınız. Edebiyata biraz daha mı uzak kaldınız sonraları?
Fotoğraf, edebiyat aslında aynı şeydir. Biri görsel olarak tarif ediyor biri de yazarak.
Hiç kendi adınızı taşıyan bir ajans kurmayı düşündünüz mü?
Evladım, biz tembel adamız. Sabah 12.00’den evvel yazıhanenin kapısını açmayız. Bu işleri yapan adamlar ise korkunç çalışırlar. Biz uğraşamayız.
Fotoğraf deyince Türkiye’de akla gelen ilk ve tek isimsiniz. Rakipsiz olmak gibi bir hisse kapıldınız mı hiç?
Ben dünyayı dolaşıyorum sade Türkiye değil ki. Umurumda da değil böyle şeyler.