Ya edebiyat olmasaydı!
Acıya katlanmak için insanın alınyazısından başka sığınabileceği başka bir şey olamazdı herhalde. Ki, acıyı da insan yaratıyor zaten.
Yazı, hayatı tahammüllü kılar tek çaredir hatta. Yazıyor ve okuyor olmaktan söz etmiyorum. Yazının var olması yeterlidir aslında dalga dalga yayılır zira yazı.
“Ağavni o an kararını verdi. Çıktıkları ormanlık tepede gözünü kestirdiği bir çam ağacının dibine küçük bebeği bıraktı. İyice sarıp sarmaladı, etrafını da çaputlarla, bezlerle işaretledi. Böylece, tesadüfen oradan geçen biri bebeği görebilir diye umuyordu. Varsenik birden yüksek sesle ağlamaya başladı. Ağavni bebeğinin başından bir türlü ayrılamıyor, ‘ya kurtlar kuşlar parçalarsa’ diye düşünüyordu. Az önceki asker yanı başında bitiverdi. Ağavni kalktı, üç beş adım attı, sonra birden hüngür hüngür ağlayarak geri döndü. (…) Öz bebeğini, parmak kadar Varsenik’ini canlı canlı ormanın kenarına bırakmış, iki yaşındaki oğluyla bir başına kalmıştı. Yürürken, kendi kendine konuşuyordu: ‘Yaşayacaksam sadece Suren’im için yaşayacağım, başka kimsem kalmadı.’ (…)”
Çileli Ağavni, Hraç Norşen’in bir anlatı kitabı. Hayatın bir dönem mutlu aktığı Sivas, Suşehri’ne bağlı Pürk köyünde doğup büyüyen Ermeni kızı Ağavni’nin aşk dol mutlu evliliğinin daha başlangıcında, bu coşkunun hemen peşine takılan, tehcir öncesi yaşananlara rahmet okutacak, tanımı neredeyse imkânsız bir acıdan geçişinin, yani tehciri yaşayışının ve tehcirden sonra devam eden, peyderpey gelen acılardan geçerek, oğlu dışında bütün ailesini kaybedişinin çileli hikâyesini anlatıyor bu kitap.
Ağavni ve oğlu Suren’in, tehcir sırasında mutlak görünen ölümleri, Koçgiri aşireti beyi sayesinde önlenir. Takkı Bey, Ağavni’nin içinde bulunduğu Ermeni grubunu, -subayların karşı koymasına rağmen- kafileden ayırıp, aşiretinin himayesi altına alır: “(…) ‘Bana Takkı Bey derler, Koçgiri aşiretinden. Biz Kürdüz, Aleviyiz. Bizim inancımızda insan ayırmak yoktur, herkes birdir, hangi dinden olursa olsun insanlar kardeştir. Her can azizdir. Kim verdiyse canı da o alır. Biz bunu bilir, bunu söyleriz. Gözümü z gördü, kulaklarımız duydu. Size reva görülenlere gönlümüz el vermedi. Onun için oğlum Dursun’u gönderdim, sizi buraya getirttim. Burada işlerimiz çok, isteyen burada kalır, çalışır, bizimle birlikte yer içer, istemeyen de canının çektiği yere gider. Serbestsiniz, kalmak da gitmek de sizin elinizde.’ (…)” Ağavni, oğlu Suren’le, Kürt Aleviler arasında yaşamaya karar verir ve Takkı Bey’in konağına yerleştirilir. Eğitim görmüş, okuma yazma bilen, köyünde öğretmen adayı olarak yetiştirilmiş bir Ermeni kızıdır çünkü o. Konakta on yıl kadar Takkı Bey’in karısı Dilber Hatun’un himayesinde yaşar ve ona hizmette bulunur. Ama aklı fikri, tehcirden sonra arta kalan az sayıdaki Ermeni’nin bir araya geldiği Zara köyüne kaçmaktır. Çünkü tehcirden önce öldürülmüş olan kocası Avedis’in öldüğüne bir türlü inanmak istemez. İz sürecek, araştıracak ve belki de kocasını bulacaktır.
Ve bin bir acı, bin bir macera.
Tehcirden sonra Fransız ve Amerikalı misyonerler köy köy dolaşıp öksüz Ermeni çocuklarını toplayıp, Amerika’ya ve Fransa’ya götürmeye başlarlar. Bu arada Ağavni’ye de başvurup, oğlu Suren’i ve himayesine aldığı öksüz Varsenik’i de götürmek isterler. Ağavni’nin cevabı şöyle olur: “Ben her şeyimi kaybettim. Kimim, neyim varsa, hepsi ardımda kaldı. Anamı, kocamı, kuzenimi, bütün köyümü kaybettim altı aylık bebeğimi ormanın ortasında bıraktım. O zaman neredeydi Fransa, Amerika? Olan oldu, aradan dört sene geçti, şimdi mi akıllarına düştü birden Ermeni koruyucusu kesilmek?”
Hraç Norşen, profesyonel bir yazar değil. O, son derece duyarlı bir anlatıcı. Demircilik, çinicilik, tuğlacılık, oto tamirciliği ve yirmi bir yıl süren kamyon şoförlüğü var. Diyor ki, “Babaannemin anlattıklarını ilk dinlediğimde küçücük bir çocuktum. Onun hayat hikâyesini, köyü Pürk’ü, ailemin hiç tanımadığım fertlerine dair hatıralarını, her birinin yaşadığı acı olayları, yıllar yılı hiç bıkmadan dinledim. Burada anlattıklarım ondan duyduklarımdır. Onları hikâye etmeye çalışırken, kulağımdan sesi hiç eksik olmadı. (…) Bu kitabı, yaşadıklarının, çektiği çilelerin bilinmesini, duyulmasını çok isteyen babaanneme olan borcumu ödemek için yazdım.”
Çileli Ağavni, sadece bir tehcir trajedisiyle ilgili bir çileli insanlık figürü değil, tüm zamanların mezalimlerini, kimliğinde ve kişiliğinde biriktirmiş bir insanlık sembolü bence aynı zamanda.