Deryaya Karşı Köfte-Ekmekçiyiz

Deryaya Karşı Köfte-Ekmekçiyiz
Akşam Gazetesi
Ümit Bayazoğlu
21.05.2006

Türkiye’de balık ve balıkçılık konusunda bilgilenmek ihtiyacında olan herkes, yabancı kaynaklara müracaat etmek zorunda. Ancak bu kaynaklar da adı üstünde ‘yabancı’ oldukları için, yani başka denizleri, başka balıkları ve başka denizlerin balıkçılarını anlattığı için reel anlamda bir fayda sağlamayıp, ancak entelektüel birikim için işe yarayabilir. Ülkemizde bu konuya meraklı kişilerce yazılmış bazı kitaplar var: Bunlardan Sıtkı Üner’in 1975’te çıkan ‘Balık Avcılığı ve Balık Yemekleri’ ile Ali Pasiner’in 1998’de çıkan ‘Balık ve Olta’ adlı kitapları hariç hepsi palavracı, çalıntı kitaplardır. Eğer Van Gölü’nü de denizden sayacak olursak, üç buçuk tarafı denizlerle çevrili ülkemizde balık ve balıkçılıkla ilgili bu kaynak fukaralığının altında, Türkler’in deniz kültüründen yeterince nasibini almamış olması yatar. Keza Osmanlı’nın Ermeni tebaasının da denizle pek alakası yoktur, fakat bu ülkede balıkçılık ve balık avcılığı konusunda yazılmış en büyük eser bir Ermeni vatandaşımıza aittir. Toprağı bol olsun, Karekin Deveciyan Efendi’den (1886 Harput-1964 İstanbul) söz ediyoruz. O da kim demeyin, o bu konuda yalnız biz Türkler’e değil, dünyaya armağan bırakmış aziz bir insan. Aslen muhasebeciymiş. Bir gün gelmiş, İstanbul Balıkhanesi’nin başına müdür tayin edilmiş. O günden itibaren Deveciyan Efendi, ‘madem bu işin başındayım, öyleyse kitabını yazmalıyım’ diyerek kaleme sarılmış ve hayatının geri kalan kısmını bu konuya hasretmiş.

 

Bu amaçla her gün bir balığın resmini yapmış. Ele aldığı her balığın diken ve kılçıklarını ayrı ayrı sayıp defterine kaydetmiş. Keza balığın renk ve büyüklüğü ile göz, diş, kulak ve saire organlarının oluşum tarzını tarif ettikten sonra, her balığın kendine mahsus hayatıyla göç zamanı ve göç yolları avlanma mevsimi ve avlanma vasıtaları yumurta ve sütünü ne zaman attığı kıymet ve lezzet ve nefasetinin derecesi tuzlanıp tuzlanmadığı, tuzlanıyorsa ne şekilde ve hangi mevsimde tuzlandığı tazesi ve tuzlanmış olanının başka memleketlere gönderilip gönderilmediği kurutulan ve dumanlanan balıkların nasıl işlendikleri ve mevsimleriyle kıymet ve lezzeti yumurta ve havyarların imal şekli ve korunması sonuç olarak bütün balıkların gerek hayat gerek ticaret şekilleri hakkında faydalı bilgileri toplanmış ve kaydetmiş. Daha sonra başka memleketlerin sularında bulunan aynı balığın hayat ve avlanma şekli hakkında yazılmış eserlerle karşılaştırıp, faydalı görülen bilgileri almakla birlikte, bazen tesadüf edilen bir tutarsızlığın halli için balıkçılarla konuşup hiçbir maddenin eksik ve yanlış olmaması için yıllarca didinmiş. Bu kadarıyla da yetinmemiş. Av alet ve edevatını incelemiş, dalyan ve voli mahallerini gezmiş, bunların krokilerini resmetmiş. Av teknelerini, balık ve balıkçılığa ait kanunları, nizamnameleri, balıkçılık tabirleri ve terimlerini de inceleyip kitabına dahil etmiş.

 

Dokunmadılar

Karakin Efendi kitabını o uğursuz 1915 yılında tamamlayıp bastırmış. Ermeniler’in zoraki göçe tabi tutuldukları bu yıllarda Karakin Efendi’ye kimse dokunmamış. Bunun iki nedeni var, birincisi Karakin Deveciyan’ın Katolik oluşu, ikincisi ise onun sadık bir Osmanlı vatandaşı olması. Kıyametler kopmuş, kan gövdeyi götürmüş ama o kitabından başını kaldırıp bir gün olsun bu fecaatle ilgilenmemiş. Belki de bu sayede hayatta kalarak tamamladığı kitabını daha da geliştirerek 1926’da Fransızca olarak (Peche et Pecherie en Turquie) yeniden bastırmış. Daha sonra bu kitap İtalyanca’ya da çevrilmiş.
Karakin Efendi balıkçılığın bir kazanç kapısı olduğunu bu millete anlatmak için çok uğraş vermiş. Bakın o bu konuda neler diyor: ‘Eğer bizde balıkçılık bilimsel olarak yapılsaydı, yalnız uskumru balığından yılda 100 bin lira servet elde edilirdi. Keza bizde konserve fabrikası olmayışından ötürü bilhassa torik, ton balığı ziyan olmaktadır. Mesela geçen yıl (1911) zarfında İstanbul Balıkhanesi’ne gelen 3.115.000 çift (!) torik balığı on iki buçuk milyon kuruşa satıldı. Bu toriklerin beher çifti beşer kilodan hesap edilirse, on beş buçuk milyon liraya baliğ olmakta ve ortalama hesapla kilosu otuz iki paraya (bir kuruş kırk para) satıldığı anlaşılmaktadır ki, kilosunun hiç olmazsa beş, altı kuruştan aşağı satılmaması sanayi eksikliğinden gelen üzücü bir vakıadır.’

 

Rumlarla gitti

Cumhuriyet’ten önce ülkemiz sularında yüzlerce türden binlerce ton balık yakalanırken, Cumhuriyet’ten sonra hızla balık türleri yok olmaya başlamış ve avlanan balık miktarında ciddi düşüş yaşanmış. Bunun nedeni olarak ‘Türkler’in deniz kültürü yoktur’ deyip geçmek doğru olmaz. Bir deniz ülkesinde sanki deniz yokmuş gibi yaşayan Türkler tarihte hiçbir zaman denize yaklaşamadılar ve balıkçılıkla ilgilenmediler. Zaten buna fırsat da bulamamışlardı. Çünkü bütün sahiller, limanlar ve balıkhaneler bilhassa Rumlar’ın tekelindeydi. 20 Ocak 1923’te Lozan’da Yunanistan ve Türkiye hükümetleri arasında imzalanan mübadele antlaşması gereği Rumlar Anadolu’dan çıkarılınca, sahiller ve balıkhaneler bize kaldı ama balıklar ortadan yok oldu. Balıkların da Rumlarla birlikte gittiği rivayet edilir. Balıkların ardında kara talihiyle baş başa kalan Türkler, o muazzam sahilleri, yılda ancak 10-15 gün kalabildikleri yazlıklarla doldurdular, balık olarak da istavritle yetindiler. Karakin Efendi kitabıyla asıl işte bu acı gerçeği yüzümüze vuruyor.

 

Erol Üyepazarcı’nın Aras Yayınları”ndan çıkardığı bu nefis kitabı gözleriniz dolarak, ağzınız sulanarak okuyacaksınız.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.