Kalantar’ın kaleme aldıkları ve Hay Gin dergisinde aktarımları Ermeni kadınların tarihsel olarak yaşadıkları ve mücadele hikayelerini yansıtmak açısından kıymetli yerde duruyor.
Hapishane edebiyatı dünyada farklı türleriyle tarihe iz bırakmıştır. Aras Yayıncılık’tan çıkan Hapishane-i Umumi Kadınlar Koğuşu (1920-1921) ise bu edebi-tarihi örneklerden biri.
Varthuhi Kalantar Birinci Dünya Savaşı esnasında İstanbul’da ailesi ile birlikte tutuklandı. 1915’te Ermenilere yönelik yaygın tutuklamalar sürecinde Kalantar üç yıl boyunca Hapishane-i Umumi’de kaldı. 1918 yılında serbest bırakıldıktan bir yıl sonra yayın hayatına başlayan ve 14 günde bir çıkan Hay Gin (Ermeni Kadın) dergisinde yazmaya başladı ve hapishane hikayelerini kaleme aldı. Elimizdeki kitap Kalantar’ın yıllar içerisinde yazdığı hikayeler ve hatıraların bir derlemesi.
Kalantar, hapishanedeki karakterlerden iç mimariye, hapishane işleyişinden iç dengelere kadar gözlemlerini detaylı ve ustaca aktarıyor. Öyle ki kimi zaman hapishane avlusuna ışınlanmış oluyorsunuz. Kalantar’ın anlatım biçiminde dönemin birikmiş öfkesi, Kalantar’ın milli duyguları ve sınıfsal konumu kimi zaman üstenci bir dile de dönüşebiliyor ancak kitabın okuma seyrinde rahatsız edici bir noktaya evrilmiyor.
Hapishane hikayelerinde daha çok aşina olduğumuz acı, gam, kederin yansıması Kalantar’ın anlatımında daha günlük yaşamla iç içe girmiş şekilde karşımıza çıkıyor.
Hapishaneye ilk girdiğinde “cüzamlar odasında” kalan Kalantar ve annesi orada kadınların yaşamını gözlemleme şansı buluyor. Daha çok yoksul ve fahişelik yapmış kadınların bu odada kaldığı, hastalık ve pisliğin her yeri sardığını anlatıyor Kalantar. Cüzamlar odasında bir dilim ekmek bile kadınlar için çok kıymetliydi: “Ekmek gelince etrafımızı saran kadınlar, göz açıp kapayıncaya kadar dağıldı. Bütün kadınlar düşe kalka birbirini eze eze sesin geldiği yöne doğru fırladı.”
Kalantar ve annesinin bir Ermeni kadının yardımıyla “kibarlar odası”na alınmasının ardından hapishane hayatını başka bir gözle okuyabiliyoruz.
Daha zengin olanlar, mektepliler, yönetimle bağları olanlar ve nice ilişkiler yumağının içinde hapishaneyi neredeyse yönetenler… Nüfuz ve daha konforlu bir hapishane hayatını aktarıyor kibarlar odasından Kalantar.
Hapishanedeki güç hiyerarşisini dikkatli gözlemlerle anlatıyor Kalantar. Koğuşu yönetenler ve Kalantar’ın kitabının ana karakterleri Kürt Sinem, Arap Fatma, Kürt Nuriye, Acem Atiye…
Güç ve nüfuz çekişmesinin içinde geçen hapishane hayatı, gardiyanlar ve hapishane yönetimiyle kurulan ilişkileri örgütlemek, mahkum kadınların taleplerini gündelik hayatta çözmeye çalışmak hapishane dengeleri için oldukça önemliydi. Rekabet ve çıkar ilişkileri ise en çok kibarlar odasında revaçtaydı: “Sinem’in yemek masraflarını, himayesi altına aldığı zengin bir fahişe karşılıyordu. Buna karşılık onun için alışveriş yapıyor, resmi ziyaret günleri dışında görüşmeler ayarlıyor, yani tüm otoritesiyle ona arka çıkıyordu.”
Entrika ve rekabet, farklı ırklardan kadınların bazen ırklarından dolayı birbirine kin gütmesiyle alevlenirken zor hapishane koşullarında dayanışmayla da ilerleyebiliyordu. Ancak buna Kalantar’ın hikayesinde daha az rastlanıyor.
Kitapta okuyucuyu etkileyebilecek isimlerden biri hiç şüphesiz Acem Atiye. Atiye’nin hapishaneye girdikten sonra tüm dengeleri değiştirmesi, etrafında örülen hikayeler ve kitabın sonunda Atiye’ye dair öğrendiğimiz ayrıntılar kitabın önemli bölümünü kapsıyor. Atiye’nin riyakar kişiliği kimi zaman gerçek şefkate dönüşüyor, kimi zaman hapishane hayatının doğalında hayatta kalma ve duygudaşlıkla birleşiyor.
Kalantar hapishanede gündüz ve geceleri, evliyalar bölümünü, görüş günlerini ve doktorların mahkumlar ve tutsaklarla iletişimlerini farklı hikayelerle somutluyor.
Kalantar’ın kaleme aldıkları ve Hay Gin dergisinde aktarımları Ermeni kadınların tarihsel olarak yaşadıkları ve mücadele hikayelerini yansıtmak açısından kıymetli yerde duruyor.