Gökyüzünün pusulası kış günlerini göstermekte. Güneş ışığını Süleymaniye camisinin iki minaresi arasına asmış, akşama doğru yol almakta. Ara Güler, fotoğraf makinesi omzunda Galata Köprüsü’nde yürümekte. Köprü’nün Karaköy ayağında bir kestaneci, hem kestaneden kebap yapmakta, hem kış güneşinin solmakta olan alevini körüklemekte. İşte onu fotoğrafın ölümsüzlüğüne taşıyan olaylardan biri.
“Fotoğraf’ diyor. “durumu yansıtır. Edebiyat ise çözümler. Ben deklanşöre bastığım zaman, o adam biraz önce kestane satmışsa yüzü güleç olacaktı. İşi o gün kesat gitmişse asık duracaktı. Ama edebiyat öyle değil. Bu adamın oldukça uzun bir hikâyesi olmalı. Bu hikâyeyi fotoğrafa sığdıramazsınız çünkü edebiyat anlatır, fotoğraf ise gösterir.”
Yılların fotoğraf ustası Ara Güler, şimdi “edebiyat” ile Aras Yayınları arasından çıkan “Babil’den Sonra Yaşayacağız” başlığı altında topladığı öyküleri ile okur karşısında. Güler’in öykücülüğü 40’lı yıllara dayanıyor. 700 kadar öykü yazmış, ama bunlardan üç-beşi dışında hiçbiri şimdi kendisinde yok. O yıllar asıl derdi tiyatro ile uğraşmak. Lisede okurken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalışıyor. Yine o sıralar Muhsin Ertuğrul’un açtığı tiyatro kurslarına devam ediyor. Amacı yönetmen ya da oyun yazarı olmak.
“Garip Bir Yıl Başı Gecesi”ni 1948’de Türkçe, tek perdelik oyun olarak yazdım” diyor, “Daha sonra bunu oyun haline getirdim ve New York Times’ın açtığı uluslararası yarışmaya gönderdim. O yarışmada Samim Karagöz ‘Sam Amca’ hikâyesi ile birinci oldu, ben de bir ödüle değer bulundum ve bu hikâye 1951’de yayımlanan bir kitapta İngilizce olarak yer aldı.” “Babil’den Sonra Yaşayacağız”da 13 öyküsü var Güler’in. Bunlardan son iki tanesi “Çölde Ay” ile “Babamın Öyküsü” Türkçe, ötekiler Ermenice yazılmış…
“Eskiden çok meşhur hikâyeciydim” diye özetliyor o günleri Ara Güler. “Otobiyografik öğeler var mı bu öykülerde” diye soruyorum. “Sanat” diye başlıyor söze, “entipüften” bir çizgiden gelişir. Çünkü sanat yalan üzerine kuruludur, gerçeğe benzetilir. Bunu ben değil, Oscar Wilde söylemiş, Düşünsene tiyatroda her gece bir Hamlet ölüyor, ama o kadar Hamlet yok. Ayrıca sanat yapan hiç kimse bu işten ekmek yiyemiyor. Ben de öykülerimde edebiyat yaptım. Yalnızca iki öykü başımdan geçmiştir. ‘Çölde Ay’, Eritre gerillaları ile yaptığımız bir röportajdan alınmadır. ‘Babamın Öyküsü” ise yıllar sonra babamı, doğduğu köye götürüşümün hikâyesidir.”
Yalnız dili değişti
Peki, fotoğraf dışında bu ilk kitabın heyecanı?
“Gazeteci heyecanlanmaz” diyor. “Ayrıca böyle bir kitap, benim aklımda yoktu. Genç arkadaşlar geldi. ‘Öykülerini basacağız’ dediler, böyle düşünmeleri hoşuma gitti. Ama şunu da merak ediyorum. Fotoğraf kitaplarım biraz pahalı, bu ise ucuz bir kitap. Bakalım okur gözünde nasıl karşılanacak?”
Güler, öykülerin özüne dokunmamış, yalnızca dilini değiştirmiş biraz. “Çok zaman oldu, dil de değişiyor. O hikâyeleri bugün yazmaya kalksam yine öyle yazardım.” diyor.
“Şimdi” diyorum, “yine yazıyor musun?” Ve düğümlüyor sözün ucunu: “Foto muhabiriyim ben. Başka bir şey de olmadım hiçbir zaman.”