“Onun sesi, Surp sarkis Dağı’nın kayalarına konan güvercinlere dönüşmüş perilerin seslerinden de tatlı ve güzeldi. Kaşları, kar üzerine düşmüş kaya kanadından da karaydı.”
Herkes bir yerleri “doğduğum topraklar” bilir elbet. Yaşam koşuşturmasının içine girince de o sevdiğini iddia ettiği yerlerin tek bir ayrıntısını gözü görmez olur. Kimileri de kader gereği uzak kıtalara göç eder, ama doğduğu yeri de dayanamayıp yüreğinde kendisiyle birlikte gurbete sürükler tıpkı Ermeni köy edebiyatının unutulmaz sanatçısı Hamasdeğ’in doğduğu Perçenç köyüne yaptığı gibi. Şimdi bizim de Hamasdeğ’i ve onun dünyasının sade, benzersiz öykülerini tatma fırsatımız var. Bu öyküler geçtiğimiz hafta Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan “Güvercinim Harput’ta Kaldı’ başlıklı bir kitapla bizlere ulaştı. Tek yapacağımız şey gözlerimizi satırlar boyu kaydırmak Perçenç köyünün çevremizi sarması hiç uzun sürmüyor.
Geleceğin Hamasdeğ’i küçük Hampartsum Gelenyan, Harput’un güneyindeki bu köyde 1895’te doğdu. İlk eğitimini kendi köyündeki Surp Nişan okulunda aldı. Ardından Elazığ’daki Getronagan Okulu’ndan mezun oldu. Çoğu Harputlu gibi 1913’te Amerika’ya göç etti. Köyünün kilometrelerce uzağındaki bu diyarda da doğduğu topraklan yeniden yarattı. Hem de onlara öyle bir hayat verdi ki Peçenç köyü yalnızca Hamasdeğ’in anılarındaki yerel bir motif olmaktan çıktı, insana özgü her şeyin anlatıldığı öykülerle evrensel bir nitelik kazanıp bir dünya köyüne dönüştü.
Hep kaynaştırıcı oldu Hamasdeğ. Kullandığı edebi mahlas da sanatçının bu yönünün en iyi göstergesi. Hamasdeğ adı yazarın kendi adı ile erkek kardeşleri Asdur ve Eğya’mn adlarının baş harflerinin birleşmesinden oluşmuş ve Ermenicede takımyıldız anlamına gelen “hamasdeğutyun” sözünü çağrıştıran ses benzerliği ile ayrı bir özellik kazanmış.
Yaşamı ve yazdıkları birbiriyle bütünleşen yazarların en iyi örneklerinden biri Hamasdeğ öyle ki, satırlarında ölümsüzleşen köyünü yine en iyi onun şu sözleri anlatıyor:
“Doğduğum ve çocukluğumla ilk gençliğimin geçtiği Perçenç, Harput’un bağlık bahçelik, bereketli köylerinden biriydi. Aradan geçen yarım yüzyıla köyümüzün ruhsal haritası, yolları ve kutsanmış insanları sindi ve köprüleri, özellikle okulu ve yüzyılların içinden gelen bir o kadar kutsanmış öğretmenleriyle tüm bunlar o kadar tanıdık ve bize özgü idi ki…”
Hamasdeğ’in öyküleri küçük folklorik ayrıntıları bile kapsayan bir titizlikle çekilen benzersiz fotoğrafları andırıyor. Fotoğrafları yaratan okuyucunun kendi hayal gücü. İlk kez Hamasdeğ’in tadına Türkçe’de de varma imkânımız doğdu. Aras Yayıncılık imzalı “Güvercinim Harput’ta Kaldı’, 1963 yılında Kadıköy Aramyan Okulu’ndan Yetişenler Derneği’nce Hamasdeğ’in çeşitli eserlerinden derlenen ve “Badmıvazkner yev Hekyatner’ (Öyküler ve Masallar) adıyla basılan 384 sayfalık Ermenice kitapta yer alan on yedi öyküsünün onunun çevirisinden oluşuyor. Akıcı bir çeviriyle, öykülere o kendine has Anadolu ağzıyla Türkçe’de can veren isim Sarkis Seropyan. Her zamanki özenli çalışmasını son kitabında da yineleyen Aras Yayıncılık da ortaya çıkan eserin mükemmelliğinde kuşkusuz büyük pay sahibi. Perçenç’in o sıcacık köy yaşamına herkesin eşlik edebilmesi için ayrıntılı dipnotlar sunulmuş. Kitap, bu yönüyle kurgusal yönünü aşıp kuşaklardan kuşaklara aktarılarak bir belgesel boyut da kazanıyor. Dizin bölümü ve Hamasdeğ’in yaşamından, köyünden eklenmiş fotoğraflar da ayrı bir lezzet katıyor kitaba. Ermeni, Türk, Süryani ve Keldanilerin iç içe yaşadığı Perçenç köyü her yönüyle nakış gibi işlenir Hamasdeğ’in öykülerinde. Oradaki her taşın, kuşundan ineğine her canlının söyleyeceği bir şeyler vardır. Doğa, tasvirlere boğulmuş hoş bir panorama olarak kalmaz hiçbir zaman. Capcanlıdır, kendine özgü diliyle ırmakların şırıltısı, rüzgârın uğultusu olup sesini duyurur. Kâh baharda yeşeren toy sevdalara gizli bir sığınak olur, kâh kara kışta dondurucu bir düşman. İnsanoğlu ve doğa ilmek ilmek birbirine geçer satırlarda.
Doğanın hakkını da en iyi insanlar tarafından dışlananlar verir. Hamasdeğ’in her öyküsünde genel çoğunluğa şu ya da bu nedenle aykırı düşmüş bir karaktere rastlanır. Kimi zaman itilip kakılan miço gibi çocukluktan ergenliğe geçişin o kimselere itiraf edilemeyen sancılarıyla kıvranan yetim oğlandır. Yaptığı haylazlıklarla köy halkını canından bezdiren Miço’nun zengin düş dünyasını, adam olsun diye gönderildiği okulda da fark eden çıkmaz. Oysa resimli alfabe kitabında uyuyacak kadar heveslidir Miço. Eğitim diye ardı arkası kesilmeyen sopa darbeleriyle tanışınca doğaya sığınır. Bir de geceleri kendisine masallar anlatan köyün dilencisi Sako Ağpar yetişir imdada. Gün gelip de Miço’nun Lusig diye bir kıza ilk bakışta sevdalanacağı kimin aklına gelir? Miço’nun gencecik yüreğinde hissettiklerini aktaran satırlar saf bir aşkın en güzel tanımıdır: “Miço, Lusig’de gün doğumundan günbatımına kadar tüm ovayı gördü. Onda güvercinlerden, tilkiden, tavşandan, ineğinden parçalar, hatta bir parça da gökyüzü buldu. Onun sesi, Surp Sarkis Dağı’nın kayalarına konan güvercinlere dönüşmüş perilerin seslerinden de tatlı ve güzeldi. Kaşları, kar üzerine düşmüş kaya kanadından da karaydı. Entarisi, ineğinin sırtı gibi nakışlıydı. Lusig gibi kızlara sadece dilencinin anlattığı masallarda rastlamıştı. Toprağın altındaki tohumun güneşi ilk gördüğü andaki gibi huzursuzdu Miço Lusig, Miço’nun güneşiydi.”
Sevdiği için Surp Sarkis’e adak adamak uğruna güvercin çalmaya yeltenen Miço, katı bir gerçeğin simgesine dönüşür: Kendisi kurban olanların adak için başka kurbanlara ihtiyacı yoktur.
İçindeki güvercin tutkusuyla kurulu düzeni karşısına alan bir diğer karakter de Haçig olur ilerleyen sayfalarda. Evli barklı, çoluk çocuk sahibi adamdır, ama ne hikmetse bir güvercin sevdası kaplar içini. Toprağı bırakır, çatıda, köyün en dışlanmış adamı Mano’yla güvercinlik kurar. Baba Torik Ovan nasihat eder, ana Nunig Baci söylenir, ama kimseler caydıramaz Haçig’i güvercin tutkusundan. Onu bir tek yaratıcısı Hamasdeğ anlar ve içini şöyle konuşturur bu genç adamın: “Haçig sesini çıkarmayıp sustu, çünkü yüreğini güvercinlere bağlayan bağ da aslında derin bir sessizlikti. Tıpkı ozanın yüreğini sevgilisinden ya da aslında derin yıldızlardan ayıran sessizlik gibi. Bu gizemli ve güçlü sessizliği kim anlayabilirdi ki?”
O sessizliği bir de güvercinler anladı. Zaten öyküdeki hayvanlar yer yer insanlardan da bilge Hamasdeğ’in gözünde. Hele bir Çalo’yla tanışın ona köpek demeyi hakaret sayarsınız, çünkü Çalo’nun kendine göre algıladığı dünya, insanların kısır mücadelelerinin yanında fazlasıyla onurlu kalır. Öylesine insancıldır ki Hamasdeğ’in onu tanıtan sözlerini okuyup da Çalo’yu sevmemek mümkün değildir: “Gerçi onun gibi gözlük kullanmazdı, ama bizim köyün kilise başkanından da yaşlıydı Çalo. Kulakları iki geniş yaprak gibi sarkıktı ve kuyruğunu artık yukarı kıvıramayacak kadar güçsüzdü. Ağır ve her zaman düşük göz kapakları ise düşünceli, özgün bir görünüş verirdi Çalo’ya. Özellikle yol üstünde yalnız yattığı mehtaplı gecelerde, burnunu gökyüzüne dikip dolunayı koklarken suratı çok gizemli bir hal alırdı.”
Hamasdeğ’in bütün öykülerinde olduğu gibi Çalo da arka plandaki genele karşı öne çıkan tüm dışlanmışlar gibi trajik bir sondan kurtulamaz. İnsan bu çarpıcı sonlarla baş başa bulur kendini, hissedilen vicdan azabı olmasın sakın?
Hamasdeğ, yarattığı bu evrensel karakterlerle yalnızca Ermenilerin değil dünyanın her köşesinden okurun sevgilisi olur. Doğumunun yetmişinci ve edebiyat yaşamının ellinci yılı ABD ve Kanada’da törenlerle kutlanır. 27 Kasım 1966’da Los Angeles’taki törende konuşmasını yaparken kalp krizi geçirerek yaşama veda eder. Onun bu ölümü, yazar Kurken Mahari’nin sözlerinde koca bir yaşamın özetine dönüşür: “Geçim derdinden arta kalan zamanlarda edebiyat yapardı. ‘Her yaptığım işi ayakta yaptım’ diyen Hamasdeğ’in yetmiş yıllık yaşantının elli yılı ‘ayakta’ geçti ve ölümü de ‘ayakta’ karşıladı.”
Hamasdeğ’in öykü kitabı artık masala dönüşen bir zamanların gerçeklerini vuruyor insanın yüzüne. Ne o okullar kalmış, ne o öğretmenler. Perçenç olmuş Akçakiraz. İnsan sormadan edemiyor hani, güvercinler Harput’ta kaldı da, o insanlar nerelere uçtu?…