“Hisus Kristos gukamgor!…”

“Hisus Kristos gukamgor!…”
Agos Gazetesi
Oşin Çilingir
18.06.1999

Kirkor Ceyhan’ın Aras Yayınları’ndan çıkan ‘Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize’ adlı kitabındaki öykülerin en güzeli bana göre ‘Can Yerini Yadıdı’dır. Öykünün kahramanı çarıkçı Garabed’in ölüme giderken son sözlerini yazımın başlığına aldım. Garabed’in sözleri Türkçe’ye, “Hazreti İsa, sana geliyorum!’ diye çevrilebilir.

 

Yayınevinin kitabın adını doğru belirlediği kanısındayım. Ne var ki, ben olsaydım, fazlaca etkilendiğimden olsa gerek, daha duygusal olduğuna inandığım Çarıkçı Garabed’in bu ‘ölüme beş kala’ sözlerini seçerdim.

 

İkinci kuşaktan yeni Ara Güler’imiz Manuel Çıtak, işi bitirmiş aslında. Benim burada yazacaklarım, Çıtak’ın yakaladığı ‘Kirkor Ceyhan portresi’ni sözcüklerle dile getirmekten başka bir anlama gelmeyecek.

 

Kirkor Ceyhan, yazdıkları yüzüne yansıyan ender insanlardan biri. Çünkü o bir yazarda, dahası bir insanda bulunması gereken çok önemli bir özelliğe sahip: içtenlik!
Kirkor Ceyhan’ın yazdıklarıyla portresi arasındaki uyum işte bu içtenlikten kaynaklanmaktadır. Manuel Çıtak, Ceyhan’ın portresini görüntülerken, sanatçının gözlerini kadrajının odağına almış. İyi ki öyle yapmış, çünkü bu gözlerde biz, Ceyhan’ın bütün bir ruh haritasını buluyoruz.

 

İnsanı delip geçen bu cin gibi gözlerde biz yazarımızın yaşamı algılayış, arayış, sorgulayış ve benimseyiş tarzını, kısacası yaşamı yorumlayışındaki ustalığı okuyabiliyoruz. Bu gözlerde aynı zamanda onun yaşama karşı tutkusuna, duyarlılığına ve Anadolu insanına özgü o inceden inceye ‘çarıklı erkan-ı harp’ ironisine tanık oluyoruz.
Kirkor Ceyhan dolu dolu yaşamış. Bu nedenle de dolu dolu yazıyor. Onun yazış ustalığında, içtenliğinin yanı sıra yazdığı her sözcüğe, her cümleye ve her öyküye kazandırdığı görkemli ‘hayatiyet’in de rolü büyüktür. Ceyhan’ın öykülerindeki sözcükler tıpkı yaramaz çocuklar gibi. Aynı sözcük, anlamdan anlama rahatlıkla geçebiliyor, bazen düz, çoğu kez de mecazi anlamlara bürünebiliyor, bazen de bir başka sözcükle deyimden deyime kolaylıkla geçebiliyor. Salah Birsel, Ceyhan’ı okumuş olsaydı, hiç kuşkusuz onun Türkçe’ye kazandırdığı bu sevecen ve ironik afacanlığa hayran kalırdı ve biraz da kıskanırdı. Ceyhan’ın Allah vergisi bir anlatı ve dil yeteneği var. Bu yeteneğini olağanüstü güçlü belleğiyle bütünleştirince ortaya ‘3 h’li öyküler çıkmış: ‘Hamov-hodov ve hümor’!…

 

Ceyhan’ın öykülerinin temel dinamiği, içtenliği ve derinliği her sözcüğe sinmiş olan ‘hümanizm’dir. Bu insancıl tutumda Ceyhan, tipik bir Hazreti İsa tavrı takınıyor: Diğer yüzünü de çeviriyor! Salt çevirmekle kalmıyor, 1915’in suçlularını belki bağışlamıyor ama insanlık adına onlara acıyor. Ceyhan, öykülerinde Türk edebiyatında örneğine pek rastlanmayan bir zaman aralığını, 19.yy’ın son çeyreğiyle 20.yy’ın ilk çeyreğini kapsayan yaklaşık 50 yıllık bir dönemi anlatıyor. Daha çok da 1900’lü yılları, Seferberliği, 1915’i ve Birinci Dünya Savaşı yıllarını…

 

Ceyhan’ın en büyük becerisi hiç kuşkusuz Anadolu mozaiğine doğrudan tanıklık eden kendisinden önceki kuşaktan dinlediklerini güçlü belleğinin yardımıyla Şeytan’ın bile şaşırabileceği ayrıntıda bir anlatıya dönüştürebilmesidir. Bu anlatı öylesine canlı ve öylesine gerçeklik doludur ki, okuru bir anda yüzyıl öncesine götürerek trajedilerle yüklü geçmişle baş başa bırakmakta, böylece onu basit, edilgen bir dinleyici olmaktan Çıkararak, sorgulayıcı bir konuma sokmaktadır.

 

İlginçtir, Ceyhan bunu bilerek, kurgulayarak, bilinçlice değil içtenliğinden kaynaklanan bir dürtüyle, doğaçlamadan yapıyor. Üstelik bunu siyasal nutuk atmadan gerçekleştiriyor. ‘Zor Yıllar’ı, Seferberliği, 1915’i, Birinci Dünya Savaşı ve sonrası yılları, siyasal tahliller yapmadan, doğrudan yaşamı anlatarak, yaşamdan kesitler vererek, daha çok da kişisel dramları temel alarak anlatıyor. Ne yargılıyor ne de sorguluyor, bunu okura bırakıyor. Örneğin Ceyhan’ı okurken Anadolu mozaiğinin bir daha geri gelmemek üzere balyozlanmasında ‘ulusalcılığın’ oynadığı yıkıcı etkiyi görmemek ve duyumsamamak olanaksızdır. 1915 öncesi Anadolusu’nda aynı köyde, aynı kasabada ve aynı kentte her kökenden halkın kardeşçe sürdürdüğü yaşamın, bir anda nasıl da ‘yukarıdan aşağıya’ dinamitlenerek tuzla buz edildiğine tanık oluyoruz.
Ceyhan, bize ‘yıkıcıların vahşeti’ni değil, bu vahşetin yaşama, insanlara olan etkisini anlatıyor. Onu daha çok insanların dramı ilgilendiriyor. Ceyhan, kahramanlarını toplumsal mozaiğin dokusuna uygun seçiyor. O, salt Zara’nın ve Sivas’ın ‘zor yıllar’ını ve buradaki Ermenileri değil, Türkü, Kürdü, Ermenisi, Alevisi ve Sünnisiyle köken ayırt etmeden bütün bir halkı anlatıyor.

 

‘Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize’, birbirinden sıcak altı öykü içeriyor. Öykülerdeki işçilik gerçekten de övgüye değer. İlk öyküyü, ‘Can Yerini Yadıdı’yı neden diğerlerinden çok sevdiğimi kendi kendime irdelemeye çalıştım ve sonunda nedenini buldum. ‘Çarıkçı Garabed’in dramı, bana nedense Anton Çehov’un ‘Memurun Ölümü’ adlı öyküsündeki memurun dramını çağrıştırdı. İki kahraman arasındaki benzerlik olağanüstü. Her iki kahraman da gerek toplumsal konumları ve gerekse iç değerleri bakımından ‘nesli tükenen tip’lerden. Yaşama karşı olağanüstü duyarlı, namuslu, gururlu ve bu değerler uğruna yaşamı yadsıyabilecek denli güçlü bir karakter!
Çarıkçı Garabed, intiharı seçiyor, kendini adım adım hazırlayarak ölüme gidiyor. Onu, içine girdiğine inandığı utanç denizinden ancak ve ancak Hisus Kristos kurtarabilecektir. Bunun için de ölümün eşiğindeki son sözleri, “Hisus Kristos gukamgor!” oluyor. Garabed’in dramı evrensel ve zaman üstüdür. Bu nedenle de onun dramı, biraz da bizlerin, biz insanların, insanlığın dramıdır.

 

‘Küpçü Hoca’ adlı ikinci öykü, 1915’i yaşamak istemeyen bir grup Zaralı Ermeni’nin geçici olarak Müslüman oluşlarının traji-komik öyküsüdür.

 

‘Sivas Ellerinde’ adlı öykü, 1915 sonrası Sivas’ından ayrıntılı bir yaşam kesiti sunuyor. Sivas’taki terkedilmiş Amerikan Koleji’ne sığınan ‘tehcir kurbanı’ insanlardan manzaralar çiziyor. Öyküdeki Şiman Usta tiplemesi bir harika! Şiman Usta’nın gitarının eşliğinde söylediği ‘makam’, Sivaslı Âşık Pesendi’den: “Sofi, bir bak ehl-i dilin özüne / Karışma hikmete, ne esrarlar var”. ‘Mebus Ispanağı’ , Ceyhan’ın yaşam felsefesindeki ironinin en güçlü dışa vurulduğu öykü. ‘Pıte Ebe ile Torunu’ ile ‘Avşarlı’nın Fırını’ adlı son iki öyküde Ceyhan öykü kahramanı olarak iki Müslüman kadını seçmiş.

 

Kirkor Ceyhan’ın iyi bir terzi olduğu kesin. Yaşadıklarından ve tanıklıklarından iyi öykü biçiyor, salt biçmekle de kalmıyor, bir güzel de dikiyor!

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.