Sekiz yaşındayken ailesiyle İstanbul’dan Almanya’ya taşınan Esther Heboyan, yanında bir Türkçe sözlük götürdü. Ve İstanbul’dan ayrılsa da Türkçeden ayrılmadı. Yıllar sonra Türkçede basılan hikâye kitabının önsözünü de Türkçe olarak kaleme aldı.
Henüz dünya gailesiyle tanışılmayan çocukluk zamanlarının en büyük şikâyeti, mahalleden taşınmak, komşulardan, okul arkadaşlarından ayrılmak olurdu. Sekiz yaşındaki Yester ise sadece mahallesinden değil, şehrinden, ülkesinden, giderek dil(ler)inden ve nihayet isminden ayrılmak zorunda kalıyordu. Almanya’ya işçi olarak giden babasının ardı sıra annesi ve kardeşiyle yola koyulduğunda yitireceklerinin farkında olmasa bile belki sadece öylesine bir hissin yönlendirmesiyle yanına bir Türkçe sözlük almıştı Sedat Oksal’ın hazırlayıp Kanaat Kitabevi’nin bastığı…
1963’te yaşanan bu hikâyenin bugüne yansıması neyse ki bir ayrılık hikâyesinin klasik hazin sonundan çok daha parlak. Şimdi Paris’te, Universite d’Artois’da öğretim üyesi olan Esther Heboyan, hikâyeler yazıyor, Amerikan edebiyatı dersleri veriyor ve Nedim Gürsel gibi yazarların çevirilerini yapıyor. “İstanbul Yolcuları” adlı hikâye kitabı ise Aras Yayıncılık tarafından henüz yayımlandı ve Esther Heboyan, yıllar sonra ilk kez kitabının önsözü için Türkçe yazdı. Heboyan, bu tecrübeyi, “Karanlık bir evde tanıdık yerleri görmek gibi oldu.” diye tarif edip devam ediyor: “Yıllar önce anneanneme ve babaanneme Türkçe mektuplar yazardım. Zaman geçtikçe Türkçe mektup yazmak gereksiz oldu. Yıllar sonra, Nedim Gürsel’in kitaplarını okumaya ve Fransızcaya çevirmeye başladım. Diyeceğim Türkçe kitap ve sözlüklerle epey baş başa kaldım. Her şeyi unuttuğumu zannediyordum, oysa öyle değilmiş.”
“İstanbul Yolcuları”, Heboyan’ın hatıralarında kalan İstanbul resimlerinden parçalar aslında. Bu resimlerin içinde Ava Gardner’a benzeyen Silva, Allah’a itimadını hiç kaybetmeyen Mardiros Ağa, palavracı Zareh Amca var. Adnan Menderes, Belgin Doruk, Clark Gable da onların dünyasında yer buluyor ama. Heboyan, bu küçük insanların küçük dünyalarını anlatmaya devam etmek niyetinde. “Senelerce bu öyküleri beraber taşıdım, halen taşıyorum. Sanırım zamanla birçok hikâye yavaş yavaş kâğıda geçecek ya şiir ya da öykü biçiminde. Küçük insanların küçük hikâyeleri benim için çok önemli.” Bu insanlar Heboyan’ın bıraktığı İstanbul’dan kalan hatıralar arasında yaşıyor. Yazar onlar için, “Zihnimde kalan bir resim deniz ve vapurların, sokak ve yokuşların, simit ve poğaça satanların soluk resmi gibi.” ifadesini kullanıyor.
İstanbul’un gitgide solan resminden, önce Almanya’ya sonra da Fransa’ya ait bir resmin içine girmiş Esther Heboyan. İmparatorluk sonrası bir ülkeden, milliyetçiliğin yüksek olduğu iki ülkede art arda hayatının belli dönemlerini geçirmiş. Bu zaman zarfında geride bıraktıklarının arasına Yester olan ismini de ekleyerek Esther adını almış. Daha sonra ise Amerika’ya düşmüş yolu kozmopolitliğin günümüzdeki en büyük adresine. “Bütün bu geçişler sizi nasıl etkiledi?” sorusuna, “Şunu anladım orada-burada diller ve yaşama şartları değişik olabilir, fakat insanlar o kadar farklı değil.” diye cevap veriyor. Yolu yeniden İstanbul’a da düşebilir her an ve eski dostlarıyla, komşularıyla bir akşam buluşup Türkçe ve Ermenice sohbet edebilir. Geçen yıl yaptığı gibi: “Ocak 2006’da, üç günlüğüne İstanbul’a geldim. Nedim Gürsel’in çevirmeni olarak davetliydim. Ve eski mahalleye doğru yürüdüm. Halen orada oturan komşularla görüştüm. Bir gün Adalar’ı yine görmek, deniz kenarında onlarla sohbet etmek isterim.”
‘Önsöz’den…
“Ne kadar isterdim annem ve babam bu öyküleri okusunlar. Fakat ben yalnız İngilizce ve Fransızca yazabiliyordum, onlar yalnız Türkçe ve Ermenice okuyabilirdi. İki dilden dört dile geçmiştik ve birbirimizi anlamamız imkânsız görünüyordu. Yine de annem “Les Passagers d’Istanbul” kitabımı okumak istedi. O an hem sevindim hem üzüldüm çünkü onun için Fransızca okumanın zor olacağını biliyordum. O an William Saroyan geldi aklıma. Annesi Takuhi’ye şöyle yazmış: ‘Elbette birileri bir gün bu yazdıklarımı senin bildiğin dile çevirir.’ Dilenci gibi ben de bir dil istedim.”