Biz Erol Üyepazarcı’yı polisiye incelemeleri, çevirileri ile tanıyoruz. Türkiye’de Balık ve Balıkçılık kitabını çevirmek fikri nasıl ortaya çıktı, kitapta ilginizi çeken ne oldu?
Ben Sınaî Kalkınma Bankası’nda çalışırken, ona bağlı Karadeniz’de bir balık konserve fabrikasının idare meclisinde görev almıştım. Orada çalıştığım yıllarda bir kitap dikkatimi çekti. 1925 baskısı, Fransızca bir kitaptı, kitabı aldım okudum ve son derece ilginç şeylerle karşılaştım. Kitabın ilk baskısının Osmanlıca olduğunu da öğrenince, hemen sahaflardan bu kitabı araştırmaya başladım, onu da buldum ve ikisini karşılıklı okuyarak bunu çevirebileceğimi düşündüm. Kitapta ilgimi asıl çeken ise kitabın gerçekten önemli özelliklere sahip olması.
Nedir bunlar?
Birincisi balığın zengin olduğu bir dönemde, Türkiye topraklarındaki balıkları anlatıyor. Balık yemeklerini, balıklardan yapılan yan ürünleri detaylarıyla anlatıyor. İkincisi o dönemin lonca faaliyetleri üzerine çok önemli bilgiler veriyor. Zira dönemin balıkçılarının başındaki reisler, döndükleri avdan sonra topladıkları balıkları, diğer balıkçılarla muhakkak paylaşırlarmış, dolayısıyla dönemin folklorik özelliklerini de anlatıyor. Üçüncüsü, balık sanayisini ekonomik olarak ele alan bir kitap. Aylık ve yıllık tablolar veriyor ki, bu bugün için bile önemli veriler. Her balığa çok detaylı bilgiler veriyor. Karekin Deveciyan, balıkları tek tek gözlemlemiş, dişlerini, kılçıklarını saymış. Yüzgeç genişliklerini hesaplamış. Dördüncüsü, kitap günümüz Türkiyesi’nde yaygın olarak bilinmese de döneminde inanılmaz olumlu tepkiler doğurmuş. Avrupa’dan ilgi görmüş. Kitabı Fransızca’ya yazarın kendisi çevirmiş olmasına rağmen Fransa’da çok beğenilmiş ve İtalyanca’ya da çevrilmiş bir kitap.
Kitapta gerçekten önemli detaylar var, 158 balık çeşidi 58 av malzemesi hakkında detaylı bilgiler var.
Tabii gerçekten öyle. Bunun haricinde beni şaşırtan şeyler de var. Örneğin bir bölümde şunu anlatıyor Arnavutköy’de göç zamanı kıyıda durduğunuzda, zıpkınla ton balığı avlayabilirsiniz, diyor. Yani ‘o zamanlarda ton balığı varmış’ı bırakın, o kadar çokmuş ki, kıyıdan zıpkın atsan yakalayabilirsin diyor, bunu okuduğumda inanamamıştım. Kitabın kabuklular bölümünde ıstakozu Boğaz’da nasıl avlayacağınızı anlatıyor. Bugün ıstakozu ithal ediyoruz. Yani tükettik biz bu hayvanları, öyle erken zamanda tüketmişiz ki hatırlamayan insan sayısı çok fazla. 1911’de İstanbul’da 3 milyon çift torik gelmiş, yani 6 milyon torik balığı varmış İstanbul halinde. Torik balığının kilosu 30 paraya kadar düşmüş. O dönem İstanbul nüfusu 1 milyon. Şimdi bunlar kalmadı, gençler torik balığını bilmiyor bile, yaşı 60’ın üzerinde olanlar İstanbul’da torikten bahseder. Karadeniz için de aynı şeyler geçerli, gerçi Karadeniz’i sadece biz kirletmedik, Rusya, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’nin ihmali ile kirlendi orası.
Amanvermez Avni’ye dönelim, onun başında da inceleme şeklinde bir önsözünüz var bu kitabın başında da yine öyle.
Aslına bakarsanız bunu yapmak zorundaydım. Amanvermez Avni’yi Türk okuruna tanıtmak gerekiyordu. İkisi de artık unutulmuş isimler. Ben zaten Türk polisiyeleri üzerine bir inceleme kaleme almıştım, Amanvermez Avni’nin serüvenlerini hazırlarken bu incelememden yola çıkarak kısa bir bilgilendirme yapmak gerekiyordu. Karekin Deveciyan’ın da biyografisi biraz eksik kalmış diye düşündüm, epey bir kaynağı taradıktan sonra bir biyografi denemesi hazırladım bunu da önsözde okurlara iletmenin daha iyi olacağına karar verdim ve yazdım, umarım faydalı olmuştur.
Amanvermez Avni, ilk yerli Sherlock Holmes. Türkiye’de Balık ve Balıkçılık kitabı da, dalının ilk ürünü. Bu iki kitabın gerek çevirisinde, gerekse hazırlanmasında sizin emeğiniz var. İlklere olan bu ilginiz nereden? Başka bir ‘ilk’ gelecek mi?
Aslına bakarsanız benim ilk olsun, diye özel bir çabam yok. Ben eskilerin deyimiyle ‘mecanin-i kütüp’ yani kitap delisi bir adamım. Evim iki katlı ve evimin her yerinde kitaplar var, abartmıyorum, banyomda bile kitap var. Bu kitapların büyük bir kısmı da sahaflardan edinilmiş veya artık hiç bir yerden bulunamayacak kitaplar. Emekli olunca okumaya ve bu tarz işlere daha çok vakit buldum. İlgimi çekenleri de teker teker değerlendirmeye başladım. Amanvermez Avni bu şekilde oldu, Deveciyan’ın eseri de öyle. Aslında tamamen şans ‘ilk’lerin beni bulması. Yeni bir şey var mı sorunuza gelince evet var. 1881’den 2006’ya kadar Türkiye’de polisiyenin öyküsünü ele aldığım bir çalışmam var şu anda. Hâlâ üzerinde çalışıyorum. Burada Amanvermez Avni’yi, Server Bedii’yi, Kemal Tahir’in Mayk Hammer’lerini daha detaylı ele alacağım.