Bir varmış, bir yokmuş. Dünyanın güzel bir ülkesinde, güzel bir kent varmış. Bu güzel kentin bir yakası bir kıtada, bir yakası başka bir kıtadaymış. Bu iki yakanın arasından derin mavisi sular hiç durmadan, hiç dinlenmeden akarmış. Bu derin mavisi sulara karışan küçüklü büyüklü dereler de varmış. Bu derelerin adları bazen mahallelere, semtlere, bazen de sokaklara ve caddelere verilirmiş. Bu derelerin bu güzel kentin ortasından akan derin mavisi sulara karıştığı yerlere yakın yaşayan çocuklar çok şanslıymış. Derelerin beslediği çayırlara sevdikleriyle birlikte gezmeye, piknik yapmaya gidebilirler; arkadaşlarıyla çayırların üzerinde özgürce koşup oynayabilirlermiş.
Bu derelerin ve çayırların yakınında yaşayan bir küçük kız varmış. Derelerin beslediği çayırlardan birine sık sık annesiyle birlikte gezmeye gidermiş; çayırların üzerinde özgürce koşar ve oyunlar oynarmış. Bu küçük kız daha da şanslıymış, çünkü onun çok sevimli, dünyalar tatlısı bir anneannesi varmış. Anneannesi çayırın arkasındaki tepedeki çok şirin bir evde otururmuş. Küçük kız ve annesi her olanakta sık sık anneanneyi görmek için çayırın arkasındaki tepeye gidermiş.
Tepeye çıkan yol büyüklere küçük, küçüklere ise büyük gelen bir yokuşmuş. Her hafta sonu küçük kız ve annesi el ele tutuşur, birlikte yavaş yavaş o yokuşu tırmanırmış.
Küçük kız yokuş aşağı inerken, anneanneyi görmüş olmanın sevinci ile eve gidiş yolculuğunu çok severmiş. Yokuş aşağı yürümek her zaman daha kolay ve daha eğlenceliymiş. Eve dönerken annesine anlatacak bol bol şey bulurmuş. Annesi de onu seve seve bir güzel dinlermiş.
Yokuşu bitirip çayıra ulaştıklarında sıra küçük kızın annesine gelirmiş. Çayırın içinden her geçişlerinde küçük kızın annesi çocukken çayırda nasıl güzel eğlenceler olduğunu uzun uzun anlatırmış. Küçük kız hem bu çayırda eskiden ne güzel eğlenceler olduğunu dinler, hem de dikkatle çevresini izlermiş. Çayırda piknik yapanları, kaynayan mısır kazanlarını, kağıt helva satıcılarını kocaman meraklı gözlerle inceler; kendilerini eğlenceye kaptırmış çocukları görünce onlara katılabilmek istermiş.
Küçük kız için yokuştan aşağı inmek ve çayırı geçmek eğlenceli olsa da, aslında epey uzun bir yolmuş. Çünkü küçük kız daha üç yaşındaymış. Küçük kızın annesi adımlarını kızınınki gibi küçük küçük atarak yürüdüğü için yolu yürümek uzun zaman alırmış. Anneanneye gitmek ise daha da uzun sürermiş; çünkü yokuşu çıkmak, inmekten daha zormuş. Küçük kızın annesi, yolun uzun süreceğini bildiği için her seferinde küçük kıza evden çıkmadan önce tuvalete gitmesini söylermiş. Küçük kız da evden çıkmadan mutlaka tuvalete gidermiş. Anneannenin evinden çıkmadan da aynı şeyi yaparlar ve küçük kız dönüş yoluna çıkmadan önce mutlaka tuvalete gidermiş.
Ama üç yaşındaki bir küçük kızın tuvaletinin ne zaman geleceği önceden pek belli olmazmış!
Bir gün dönüş yolunda küçük kızın karnı birden çok ağrımış. O kadar çok ağrımış, o kadar çok ağrımış ki, yokuş bitip çayıra geldiklerinde küçük kızın yokuş boyunca ağrıyan karnı daha fazla dayanamamış. Küçük kız anneannenin evinde ne yemişse, hepsini dışarı göndermiş. Küçük kızın altı çabucak doluvermiş.
Küçük kızın üzerinde çok şirin ve kalın bir bahçıvan pantolon varmış. Küçük kız annesine olanları söylemese belki de annesinin hiç haberi olmayacakmış. Ama küçük kız annesine hemen karnının ağrıdığını ve altının dolduğunu söyleyivermiş.
Küçük kızın annesi ne yapacağını şaşırmış, çünkü küçük kızın altı dopdoluymuş. Yapılabileceği tek şey olduğunu düşünmüş ve küçük kıza söylemiş. Küçük kızın külotunu çıkarıp, hemen çayırdaki çöplerden birine atıvermiş. Küçük kız bahçıvan pantolonunu tekrar giydiğinde küçük kızın yüzü gülmüş. Annesinin de keyfi yerine gelmiş.
Dünyanın güzel bir ülkesinin güzel bir kentinde küçük bir çayırda küçük kızın başına gelenleri, küçük kız, annesi ve bir de bahçıvan pantolonun üzerindeki sevimli köpek dışında kimseler bilmemiş.
Yıllar sonra…
Yılllar yılları kovalamış. Bu küçük çayırın yakınına, kentin bir yakasından diğer yakasına uzanan dev bir köprü dikilmiş. Bu köprünün inşaatı, bağlantıları ve koca koca ayakları nice çayırı çayırlıktan silmiş atmış. Küçük kızın küçük çayırı başka küçük çocukların oyunlarının, kahkahalarının ve anılarının mekanı olmaktan çıkmış.
Küçük kız büyümüş ve bir gün Mıgırdiç Margosyan’ın kitapları ile tanışmış. Bu kitaplar aracılığı ile Margosyan artık onun için ‘Margosyan amca’ olmuş. Margosyan amcanın bir nehir gibi akan otobiyografik kitabı ‘Tespih Taneleri’ 2006 sonunda yayımlanınca, hemen alıp okumuş.
Bu kitap sayesinde kendisi gibi bir küçük çocuğun Diyarbakır’ın Gâvur Mahallesi’nde altını nasıl doldurduğunu; donunu “bir sopanın ucuna bayrak gibi asarak sokak sokak gezdiğini” ve sonra “yolunu kaybedip hüngür hüngür ağlayıp zırladığını” öğrenmiş (s.130).
Öğrenmiş ve unutmamış. Küçük çocukların oyunlarının, kahkahalarının ve anılarının mekanı olmaktan çıkarılan küçük çayırın, kendine özgü bir var olma ve bir arada yaşamanın mekanı olmaktan çıkarılan Diyarbakır’ın ve Gâvur Mahallesi’nin anısına bir masal yazmak istemiş. Bu masalı, o küçük kıza ve Margosyan amcaya sevgilerimi sunarak paylaşmak istedim.