İstanbul’un yaşayan en eski stüdyo ve set fotoğrafçılarından Osep Minasoğlu bir asri zaman kahramanı. İstanbul’un karmaşık, gizli, mahrem sosyal tarihinin muhtemelen en yarıksı karakterlerinden biri. Bir yandan verili olan kendi imkanlarına dönüştüren bir fotoğraf mucidi diğer yanda bir gay dregisinde okurlarına kişisel hatıraları ile seslenen ve kendisine ‘Parisli Amca’ sıfatını uygun gören bir sosyal aktivist. Öte yandan da muhtemelen döneminin diğer fotoğraf stüdyolarında olmayan biir içerik ve deneysellik ile çalışan fotoğraf stüdyosu sahibi her daim kuyruğu dik tutan Ermeni asıllı bir İstanbul Beyfendisi. Osep Bey, yerleşik düzenin dışında, dokundukça renk veren hayret verici bir kimlik. Hayat hikâyesi kitap ve filmlere konu olacak kadar inişli-çıkışlı ve renkli.
80 yaşındaki kahraman
Sanatçı Tayfun Serttaş, Boğazkesen’e yerleşen Galeri Non’un açılış sergisinde Osep Minasoğlu’nu bir vak’a olara İstanbul izleyicisine sunuyor. Serttaş, Osep Bey’i tüm ayrksılığına karşın bir arkeolojik kazıda ele geçirdiği hazine gibi parlatmyor. Çok yönlü kimliği ile onu, bir külliyat projesi olarak yeniden kurguluyor. 60 yılını fotoğrafa adamış 80 yaşındaki bir kahramanı, 10 yıl boyunca araştıran biri olarak yeni bir okuma ve araştırma düzlemi yaratıyor.
Birbirine bağlı üç zincir var sergide. Bir sözlü tarih çalışmasının ardından beliren biyografi, fotoğraf arşivinden seçilen kareler ve onların belirli içerikle kurgulanması, izledikçe şaşkınlığa kapıldığınız bir videoenstlasyon. Sergi, izleyicisine ‘yeniden keşfedilmeye ve gösterilmeye değer bulunmuş bir dizi nostaljik arşiv deneyimlemek yerine, yakın tarihin toplumsal kesintileri ve bunun birey, kimlik ve kültür denkleminde yarattığı karmaşık etkiyi bugün üzerinden araştırmayı hedefleyen disiplinlerarası bir perspektif öneriyor’.
bu durum bir merak alanı yaratmakla ilgili. Nihayetinde kültürün farklı denklemlerinin bireyler üzerindeki sosyal etkilerini soğuk akademik bir bilgi olarak da sunabilrsiniz. Hoş Osep Bey’i ne kadar zapturap altına almaya kalksanız da o bir sabun gibi elinizin altından kayıp gidiyor. Çektiği fotoğraflardaki tuhaf stüdyo havası ve kurgular, dönemin dansöz, hayat kadını ve şarkıcılarının birden bire beliren yarı erotik fotoğrafları, teleobjektifle çektiği vesikalıklardaki şaşırtıcı alan derinliği, jön tavrından zerre taviz vermeyen kıyafet ve konuşma kültürü ile Osep Bey gerçekten ilginç bir insan.
Kanımca sergi ‘öteki’ bireyselliklerin nasıl araştırılıp görünür kılınabileceiğine dair santsal ve sosyolojik bir alan açıyor.Malzemesi ile oyun hamuru gibi oynamıyor, olmadık hikâyeler yaratmıyor. Sözlü tarihin tüm risklerini üstüne alarak sanatsal dönüşümün içerisine oturtuyor. Buradaki tarih şüphesiz ana akışın dışında kalan bir bölgede işliyor. Ama benzer tarihler neredeyse son 20 yıldır o kadar gündeme taşındı ki onlara ‘öteki’ demekten kurtulduk.
Dolayısıyla birey ve kimlik sorununun Cumhuriyet ertesinde nasıl dönüştüğünü ve bunun kültürel katmanlar arasında nasıl nefes alıp verdiğini görmek ve göstermek sadece politik bir hedef değil aynı zamanda sanatsal bir amaç olmaya başladı. Buradaki nazik konu ötekinin öteki olmaktan çıkarılmasına yönelik ısrarcı çaba. Bu noktada çağdaş sanatın muhtemelen diğer tüm disiplinlerde olmayan bir özelliği beliriyor ki o da her türlü malzeme ve ifade aracını kullanarak gerçekleştirdiği dönüştürücü güç. Tayfun Serttaş’ın sergisini bu gözle izlemenizi öneririm.