Kirvem, Sana bu hafta Aras Yayınları’nca yayınlanıp henüz dumanı üstünde tüten yeni bir kitaptan söz etmek istiyorum. Kitabın yazarı Agop Arslanyan 1934 yılında Tokat’ın Artova ilçesine bağlı Dodurga köyünde doğmuş , çocukluğunun bir bölümünü oralarda geçirdikten sonra İstanbul’a gelip, ardından da ailesiyle beraber 1997’de Kanada’nın Toronto kentine göç etmiş. Yazar, dilimizde sık sık kullandığımız `Babamın adı Hıdır elimden gelen budur` deyimini andırırcasına kitabına verdiği `Adım Agop Memleketim Tokat ` adlı anılarını topladığı bu kitabıyla yine deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vururcasına, daha başlangıçta bir taraftan Ermeni kimliğinin altını çizerken öte taraftan da babasının değirmencilik yaptığı Tokat yörelerini büyük bir özlemle sade, yalın bir dille anlatmaya çalışmış… Kısa anılarını tespih taneleri gibi yan yana getirirken, satır aralarında kendi yörelerinden aktarıp çizdiği halklar arasındaki yaşama da ustalıkla ayna tutmayı ihmal etmemiş… Kirvem, özellikle son zamanlarda, doksan yılın gerisinden günümüze kadar ulaşıp, sonuçta Ermeni meselesi adı altında gündeme gelen, ardından da soykırım ya da `sözde` soykırım tanımlamalarının kargaşasını bir tarafa bırakıp, aşağıdaki satırlarda yazarın aktardığı `Zepür ananın Tehcir hikayesi: Tokat’tan Malatya’ya` adlı öyküsünü olduğu gibi aktarıp gerisini okuyucuların yorumuna bırakalım: … Havada bulut yok, bu ne dumandır Mehlede ölen yok, bu ne figandır. Havada ne bulut , ne duman vardı ama Ermeniler için bir karar verilmişti ve ondan sonrası hep karanlık olacaktı. Devlet-i Ali Osman’a onca sadık Ermeniler, devletlerine onca nazır , paşa, bürokrat vermiş Ermeniler, günü gelince vatan için can veren Ermeniler. Anamın çok sevip öz anası yerine koyduğu yaşlı Zepür ana anlatırdı: `Dellallar sokak sokak, avazları çıktığı kadar bağırıyordu: `Yarın, ola ki hiçbir kefere-yi adem hanesinden ayrılmaya, sayıma girilecektir!` Gerçekten de memurlar geldi, evimizin tapusunu teslim ettik. Bütün mal mülk yazıldı. Sürgün, Malatya’ya. `Bu evrakı orada defterdarlığa götüreceksiniz. Onlar da size Malatya’da mal mülk verecekler.` Neden devlet baba bu göç? Bunun cevabı yok, gideceksin. Hem de üç gün içinde, artık nasıl gidebilirsen. İster at arabanla, ister eşekle, ister trenle, ister yürüyerek. Üç gün içinde Tokat’ta hiç Ermeni kalmayacak. Buna seferberlik dediler, üstümüze şarkılar dizdiler, ismi batasıca seferberlik. Oduna gide gide, dağda odun kalmadı, Seferberlik çıkalı, doğru kadın kalmadı. Altmış bin Kürt mahkum affedilip Hamidiye Alayları adı altında elbise giymiş, kafilelerin yanı başında, sözde seni bekliyor. Malın , mülkün, namusun onun elindeki süngüde… Can hesabı sorulmuyor, Tehcir başladı. Dedemin, hükümet konağında çok itibarı vardı. `Gidem Kerim ağayı görem, belki de bir faidesi olur,` dedi. Gözyaşlarıyla, dualarla dönüşünü bekledik, bekledik, acaba bir müjde … `Yok,` dedi `içeri bile giremedim, çünkü konağın kapusuna koca bir yazı konmuştu bez üzerinde, uçarı kaçarı yokmuş, bütün Ermeniler gidecek.` Hükümetin önü serili halı Şu giden Ermeniler sevkıyat malı. Yola çıktık. Bazı Türk komşularımız bizden fazla ağlıyorlardı. Kimileri ta şehrin çıkışına kadar bizimle geldiler. Ya Rab , şu iyi insanlara bak! Peki kudurmuş da bizi ısıran it hangisi? Yola çıkanların hepsi insandı. Para dökedöke, yolda ölenleri, yeni doğan bebeleri bir kenara bırakarak, azala azala Malatya’ya vasıl olduk . Malatya da aynı Tokat gibi, yemyeşil bağlar bahçeler. Yalnız, elimizdeki mal beyannamesini gösterecek bir merci yok. Sonunda bulduk, bulduk da bu işle ilgili efendi memur: `Siz neden bahsediyorsunuz!? Kimin malını kime veriyoruz!` Malatya’dan kim bilir hangi Arabistan çölüne sürülmüş Ermenilerin evleri vardı, ama hepsine muhacir Müslümanlar yerleştirilmişti bile. Biz ise bezden, çuvallardan yaptığımız kulübeler içinde, saklamaya muvaffak olduğumuz birkaç kuruşla karın doyurmaya bakıyorduk. Hastalık, sıtma, ishal… Kazdığımız bir çukura gideni gömüyorduk. En büyük yemeğimiz on paraya aldığımız lahanaydı. Kürtler kızımı kaçırdılar, bir daha ne izini gördüm, ne yüzünü. Artık tükenmekte olduğumuz bir anda yeni bir emir geldi: `Hepiniz geldiğiniz yere dönebilirsiniz.` Daha zor şartlar altında, tüterek, biterek, dökülerek Tokat’a döndük. Bir yarım nüfus daha kayıplara karıştı. Evler… Kim evinin kapısını çalsa aynı cevabı alıyordu: `Abe cenabet bir daha ki vurmayasın hanemin kapısını!` Yine de Türk komşular bize yer verdiler, ekmek verdiler, aş verdiler, yaramızı sardı.