“Yaz Ağavni, yaz!”

“Yaz Ağavni, yaz!”
Milliyet Kitap
Karin Karakaşlı
01.12.2009

“Çileli Ağavni”, onca zaman tabulaştırılmış ve hâlâ konuşmanın üslubunun bulunmaya çalışıldığı acılı bir zamanın tanıklığı.

Tarih, milletlerin soyut ve resmi kayıt dökümünde değil; daha ziyade, küçük hayatların insan hikâyelerinde saklı. O yüzden onu tarih kitaplarında değil edebi­yatta, biyografilerde, anlatılarda buluyoruz. Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan “Çi­leli Ağavni” de böylesi yalın bir tarih tanıklı­ğı aslında. Hem de onca zaman susularak ta­bulaştırılmış ve hâlâ konuşmanın üslubunun bulunmaya çalışıldığı çok acılı bir za­manın tanıklığı.

Sivas-Suşehri’ne bağlı Pürk köyünde ya­şayan Ağavni Norşen’in yaşamını, kendisi dışında çağdaşları ve sonraki kuşaklar için anlamlı kılan 1915 Felaketi’ni “Ben” diye an­latabilmesi. Burada artık sloganvari cümle­lerin, gıyapta ön yargıların hükmü yok. Ya­şandığı haliyle gün be gün tanıklık var.

 

Delilik sınırı
“Yaz Ağavni, yaz! Sen öğretmendin ama diploman yok diye geçmedi burada öğret­menliğin. Bunca badireden sonra nereden bulacaksın diplomayı? Okul mu kaldı, kilise mi kaldı? Madem öğretmenlik yapamıyor­sun, başından geçenleri yaz. O da öğretme­nin bir yolu değil mi?”
Altmış yaşına geldiğinde Surpik Ni­ne’nin cesaretlendirmesiyle oturuyor ma­sanın başına Ağavni. Ve yazmaya başlıyor, mutlu genç kızlık yıllarını, âşık olduğu Ave­dis’le peri masalı evliliklerini.
Sonraki kâbusunu yazıyor derken sayfa­larca. Pürk’te öğretmenlik yaptığı sırada kö­yün tutuklanıp öldürülen erkekleriyle birlikte elinden alınan kocası Avedis’i ve ço­cukların açlıktan, hastalıktan ağladığı o ölüm yürüyüşünü. Bu yolda Ağavni, kundaktaki bebek kızı Varsenik’i bir ağacın altı­na bırakmak zorunda kalışıyla delilik sınırı­na dayanıyor…
“Ağavni o an kararını verdi. Çıktıkları ormanlık tepede gözünü kestirdiği bir çam ağacının dibine küçük bebeği bıraktı. İyice sarıp sarmaladı, etrafını da çaputlarla, bez­lerle işaretledi. Böylece, tesadüfen oradan geçen biri bebeği görebilir diye umuyordu. Ağavni bebeğinin başından bir türlü ayrıla­mıyor, ‘ya kurtlar kuşlar parçalarsa’ diye dü­şünüyordu. Az önceki asker yanı başında bi­tiverdi. Ağavni kalktı, üç beş adım attı, son­ra birden hüngür hüngür ağlayarak geri döndü… Yürürken, kendi kendine konuşu­yordu: ‘Yaşayacaksam sadece Suren’im için yaşayacağım, başka kimsem kalmadı’…”

 

Kıyafet gibi değişen isimler
Önce Karadaş adındaki bir Kürt köyün­de, Koçgiri Kürt aşiretine sığınılarak geçen yıllar var. Varsenik ismi verilerek sevilen bir diğer öksüz-yetim kız Maryam… Ama Ağav­ni’yi hep kökleri çağırır. Avedis’in yaşıyor olabileceği, kurtulmuş olabileceği umudu. Varsenik diye sevilen Maryam, Ziynet olarak başka bir ocağa evrilir. Din ve isimle­rin kıyafet gibi değiştiği, malların mülklerin sürekli el değiştirdiği zamanlardır bunlar.
Ama Ağavni yılmaz. Zara’ya da, İstan­bul’a da ulaşır. Suren’i için yaşar, torunu ile içindeki Avedis’i yaşatır. “Çileli Ağavni”, bir kalbi önümüze açı­yor. Oradan yol aldığımızda artık dün de bu­gün de başka gözükecek gözümüze. Söz bundan başka neye yarar ki?.. Kitabın yazarı Ağavni’nin torunu Yazar Hraç Norşen, Zaralı Verjin Hosikyan ile Sivas-­Suşehri’ne bağlı Pürk köyünden Suren Norşen’in oğlu. 1935’te Zara’da dünyaya geldi. Norşen’in ilkokul öğrenimi yarıda kaldı. 1961’de Verjin Kapu ile evlendi. 1964’te işçi olarak Avusturya’ya gittiler, çiftin iki erkek çocukları oldu. Burada 21 yıl kamyon şoförlüğü yaptı, 1996’da da emekli oldu. 74 yaşında babaannesi Ağavni’nin hatıralarını “Çileli Ağavni”de topladı.

 

6-7 Eylül’de bütün defterlerini yaktı
Elimizdeki kitap, Ağavni’nin doğrudan yazdıkları değil, torunu Hraç Norşen’in anlattıkları: “Babaannemin anlattıklarını ilk dinlediğimde küçücük bir çocuktum. Onun hayat hikâyesini, köyü Pürk’ü, ailemin hiç tanımadığım fertlerine dair hatıralarını, her birinin yaşadığı acı olayları, yıllar yılı hiç bıkmadan dinledim. Bu kitabı, yaşadıklarının, çektiği çilelerin bilinmesini, duyulmasını çok isteyen babaanneme olan borcumu ödemek için yazdım.”
İyi de neden onca defter dolduran Ağavni’den okuyamadık bunları?.. Çünkü 6-7 Eylül 1955’te bir provokasyon sonucu gayrimüslim evleri, kiliseleri, dükkânları yağmalanırken; Ağavni, geçmişin tüm zulmünü yeniden yaşayıp elleriyle yakmış defterleri.
Sadece içinden çekip kurtardığı rastgele bir kâğıdı torununun gözüyle okuyoruz bir an: “Varsenik daha altı aylıktı. Onu terk edeceğimi anladığı için mi bu kadar ağlıyordu? Bir ağacın dibine, topraktan dışarı fırlamış iki kökün arasındaki boşluğa bıraktım onu. Tanrım bu günahı hangi kefaret affettirir?”

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.