Birkaç gün önce, Aras Yayınları‘ndan yeni çıkan bir kitap geçti elime. 2007 senesinde kaybettiğimiz İstanbullu Ermeni şair Zahrad‘ın Ohannes Şaşkaltarafından Türkçeye çevrilen külliyatının bir bölümünü kapsayan “Ferah Tut Yüreğini“yi okudum ve Zahrad’ın sadelikle, zekâyla, mizahla ördüğü şiir dünyasının ne kadar engin olduğunu bir kez daha fark edip hayran oldum ona.
1924 doğumlu şairin kendi dilini, dünyasını yaratabilmiş kalemler arasında bulunduğuna kuşku yok. Bu yüzdendir ki sadece Ermeni edebiyatında değil, genel anlamda dünya yazınında önemli bir yere sahip Zahrad. Şiirleri yirmiden fazla dile çevrilmiş ve dünyanın hemen her tarafında okunuyor. Uzun lafın kısası, sözcükleri ve dünyasıyla yaşıyor ve okurlarına insanı anlatıyor.
Zahrad’ın dizelerinde yaşam tüm renkleri ve ışığıyla su gibi akar. Onun kelimelerine bakar ve hayatın farklı resimlerini görürsünüz. Zahrad’ın kendine özgü mizahi ve naif gölgesi vurmuştur o resimlerin üstüne. İşte tam da bu nedenle evrenseldir Zahrad.
Okurları, Zahrad’ın kahramanlarına da aşinadır. Şairin dizelerine sık sık konuk ettiği, hayatın içinden karakterlerdir bunlar. Mesela, daha ziyade sanatçının mizahi yanının belirgin olduğu şiirlerde karşımıza çıkan Gigo. Saf, sıradan biridir Gigo. Tam bir halk insanıdır yani ve bu yüzden yakınlık duyarız ona. Zahrad’ın 1971’de kaleme aldığı ve bilindik şiirlerinden biri olan “Sivrisinek Hesabı“nın da öznesidir: “Evlendiğinde Gigo/ Düşündü/ –Odada ne kadar varsa sivrisinek!/ Yarısı kendine gelse eğer/ Yarısı da karısına gider–/ –bölünür–/ Hayat müşterek!/ Gel gör ki güzdü–/ Sivrisinekler çoğaldı/ Gigo’yu aldı bir dert!/ Boşa çıktı çabası–/ Şimdi yine/ bir o kadar sivrisinek/ Bir kadın da cabası!”
Gigo’yu sevdiğimiz gibi Zahrad’ın diğer kahramanları Sukias‘ı ve Akabi‘yi de severiz. Onların her biri duyguları ve maceralarıyla dünya denen yapbozun parçalarıdır, biliriz.
Bazen birkaç dizeyle sayfalarca yazının yapamadığını yapar Zahrad. Düşünmeye, mücadeleye ve yaşamı kutsamaya çağırır insanlığı. Tıpkı, en çok bilinen şiirlerinden biri olan ve “Dört koyundular/ İlkini kestiler önce/ İkincisini haklarken tam/ Kaçmayı denedi üçüncüsü/ On metre gitti gitmedi/ Enselediler/ Ben o üçüncüsünün etinden yedim/ Yaşam tadı vardı” dizelerinden teşekkül eden “Kurban“da olduğu gibi.
Zahrad’ın şiirlerinde yergilere karşı gücünü şiirden alan onurlu bir karşı duruş da bulunur. Onun meşhur “Boğa Güreşi” şiiri bu onurlu karşı duruşun anıtı gibi sayfalar üzerinde durur: “Arenanın kumu/ emecek kanını/ ve gururlu –kendinden emin–/ içeri girdiğin o yerden/ şimdi sürüyerek/ cesedini çıkaracaklar senin/ Boğa/ şair boğa/ –boğası arenanın–/ Seni yere çalmak için –sanat adına/ beklerler orada/ hançerle mızrakla–/ ferah tut yüreğini –koru yüceliğini–/ ve Mayıs’ın onu– değil mi ki boğa doğumlusun!–/ dikil korkusuzca/ yığını üstünde şiirlerinin/ Gelin hazırım –de–/ Gelin/ haklayın beni/ gücünüz yeterse”
Üç yaşındayken babasını kaybetti Zahrad. Eczacılık ve sonra da tıp okudu ama her iki fakülteyi de yarıda bırakıp hayata atıldı. Kravat ticareti, kemer imalatı, hırdavatçılık yaptı. Bol bol okudu ve yazdı. Hayat onun içinde, o hayatın içinde aktı. Bu dünyadan ayrıldığı 2007 senesine kadar ne şiir onu terk etti, ne de o şiiri… Son şiirini, 19 Ocak 2007’de gazetesi Agos‘un önünde öldürülen Hrant Dink için yazdı. Şairin, tamamlama ve isim verme fırsatı bulamadığı, taslak hâlinde kalan bu şiirle bitirelim yazıyı. Zahrad, eğer Hrant Dink’ten kısa süre sonra, 21 Şubat 2007’de aramızdan ayrılmasaydı, bu son şiiri üzerinde çalışma fırsatı bulacaktı. Kimbilir belki yeni eserler de katacaktı hayatımıza.
“İkna ettiler güvercinleri./ Kimse dediler, ateş açmaz üzerlerine./ İnandı Hrant./ Gerçi ürkekçe, inandı bir güvercin olduğuna./ Gel gör ki, ateş açtılar işte!/ Öngörmüştü, birkaç yıl önce söylemişti bana: –Ayakta olacak ölümüm, dimdik/ Değil yatarak, yatakta…/ Yatıversin şimdi./ Bize sorarsanız, o hep muzaffer kalacak/ Lekesiz bir heykel gibi.“