1914 Öncesi Ermeni Köy Hayatı

1914 Öncesi Ermeni Köy Hayatı
Kırkbudak Dergisi
Z. Nilüfer Nahya
01.03.2007

Kitap, Susie Hoogasian’ın kırk sekiz Ermeni ile 1960’ların ortalarıyla 1970’lerin başında gerçekleştirdiği görüşmeler sonucunda oluşturulmuştur. Hoogasian, 1978 yılında vefat etmeden önce elindeki dokümanları yayıncısına teslim etmiştir. Bu taslağı ve dokümanları ise yayın evinden, tarihçi Mary Kilbourne Matossian almış ve o da Ermenice ve Rusça kaynaklardan yararlanarak kitabı son haline getirmiştir. Ancak kitabın Türkçe baskısında çevirmenin faydalı açıklamaları, fotoğraflar, iki ek bölüm ve bir dizin yer almaktadır.

 

Kitap, Köy Halkı, Aşiret ve Hane (I), Günlük Hayat (II), Nişan ve Evlilik (III), Evlilik Hayatı ve Doğum (IV), Çocuk Büyütme (V), Ritüeller, İnanışlar ve Kehanetler (VI), Halk Hekimliği, Hastalık ve Ölüm (VII) ve Eklerden oluşmaktadır. Her bölümün sonunda, Avrupa, Kafkasya ve yeri geldikçe Anadolu’nun diğer topluluklarıyla (Türkler, Kürtler, Araplar vb.) karşılaştırmalar bulunmaktadır. Bunlar, bazı durumlarda dinler arası (İslam ve Hıristiyanlık) karşılaştırmalara da dönüşmektedir. Metin içinde verilen bilgileri örneklendirecek nitelikte fotoğraflar da her bölümün sonuna yerleştirilmiş tamamlayıcı görsel öğelerdir.

 

Çalışmanın ilk bölümünden (Köy Halkı, Aşiret ve Hane), aşiret isimlerinin, kurucularının vaftiz adından gelebileceğini ve dış evliliğin önemli bir kural olduğunu öğreniyoruz (2006:31). Aynı bölümde özellikle Anadolu kültüründe vaftiz anne ve vaftiz babanın, görevleri, özellikleri, toplum içindeki yeri ve bu kişilerin sanal akrabalık ilişkisi hakkında açıklamalar yer almaktadır (2006:37).

 

İkinci bölümdeki (Günlük Hayat) birçok veri, gündelik yaşamın yanı sıra Anadolu coğrafyasında birlikte yaşayan halkların, birbirleriyle benzer kültürel öğeleri paylaştığına en büyük örnekleri verebilen halk mutfağına dair benzerlikleri gösteriyor: örneğin sac ekmeği (sac hats), kete (kata), ayran (tan), pestil (basteğ).

 

Üçüncü bölüm (Nişan ve Evlilik), öncelikle ataerkil bir yaşam içinde, Müslüman topluluklardan farkı olmaksızın Ermenilerde de iş yükünün kadın üzerinde olduğunu gösteriyor. Kızların -özellikle Türk ve Kürt ailelerce- kaçırılmaması ve çok çocuk doğurabilmeleri için erken yaşta evlendirildiğini, bekâretin bir iffet sembolü olarak yüceltildiğini (2006: 120) ve Amerikalı misyonerler okullar kurana kadar okutulmadıklarını (2006: 104) öğreniyoruz. Beşik kertmesi, kına, geline kırmızı duvak örtülmesi gibi adetlerin 1914 öncesinde Ermenilerde de bulunduğunu görüyoruz. Anadolu’da ne amaçla yapıldığı bugün bile netlik kazanmayan kına âdetinin, kadınların doğurganlığının sağlanması amacıyla gerçekleştirildiği açıklaması ise dikkat çekici bir detaydır (2006:112).

 

Beraberinde düğünlerin (harsanik), şenlik havasında geçmesi nedeniyle Noel (Dzinunt) öncesi oruç dönemi öncesi (ki sonbahara denk gelmektedir) ile Paskalya (Zadig) öncesindeki Büyük Oruç (Medz Bahk) dönemi öncesinde (kış aylarında) yapıldığını ve Perhiz döneminde düğün yapılmasının ise kesinlikle yasak olduğunu öğreniyoruz (2006:112).

 

Evlilik Hayatı ve Doğum başlıklı dördüncü bölüm, okuyucuya toplumsal yaşam hakkında daha detaylı bilgiler vermektedir. Bu bölümün öne çıkan bilgisi, Anadolu’daki Müslüman topluluklarda da rastlanan ‘söylemezlik’ ya da ‘suskunluk’ olarak bilinen âdetin, ‘gelinlik tutma’ ya da ‘dil saklama’ (munç) adıyla Ermeni köy hayatında da yaşanmış olmasıdır (karş. İçin bkz. Boratav 1973:230). Yeni evli gelinin, papazın ve vaftiz babasının elini öpmesi, küçük çocuklar dışında kimseyle konuşmaması, büyüklere söyleyeceklerini çocuklar aracılığıyla iletmesi, bu âdetin, Ermeni geleneklerine göre hareket alanını oluşturmaktadır (2006:131). On yılı aşkın bir zaman boyunca dahi sürdürülebilen sessizliğin, genellikle gelinin ilk çocuğunu doğurmasının ardından, kayınvalidesinin ona bir hediye vermesi ve “konuş kızım” demesiyle sona erdirildiği çalışmada görülmektedir (2006:130).

 

Aynı bölüm, ölüm hakkında hayli ilginç bir detayı sunmaktadır. Buna göre dönemin köylü Ermenileri, ölümden sonra ruhun bedenden ayrılıp serbest kaldığına, oradan oraya dolaştığına (karş. İçin bkz. Örnek 1971:61), ölen kişinin mezarı ziyaret edilip başında dua edilene kadar huzura kavuşmadığına inanıldığını ölen kişi için hayır işleri yapıldığını ve badarak (Aşai Rabbani / Missa) ayinine özgü ilahiler ve geceleri de dualar okunduğunu görüyoruz (2006:134).

 

Çocuk sahibi olmanın, ailenin soyunu sürdürmesi açısından taşıdığı önemin, Ermenilerin hayatında da önemli bir yer tuttuğu kitapta görülmektedir. Boşanmak ya da en azından ikinci bir eş almak kesinlikle yasak olduğundan, evlat edinmenin Ermeni kültüründe ayrı bir yere sahip olduğu öne çıkan bir detaydır. Öyle ki bu, ‘gömlekten geçirme’ adı verilen bir töreni de üretmiştir. Bir bebeği evlat edinen kadın, onu hemen boynunun altından dışarı çıkarmakta ve doğumu temsil eden bu işlemle evlat edinme işi bir tür resmiyet kazanmaktadır (2006:137).

 

Anadolu’daki Müslüman grupların neredeyse hepsinde günümüzde de görülebilen Alkarısı inancının, dönemin Ermeni köylülerince de paylaşılmış olması anlamlıdır. Hoogasian ve Matossian’ın aktarımına göre al ya da çoğul haliyle alk adı verilen kötü ruhlar, kırmızı elbiseler giyiniyorlardı bebekleri kaçırabiliyor ve yerine çirkin bebekleri koyabiliyorlardı (2006:142). Bu inanç haricinde bebeğin doğumun hemen ardından tuzlanması, eş ve göbek bağına uygulanan işlemler (2006:139), kırk basması ve buna karşı alınan tedbirler (2006:142) Anadolu’daki Müslümanlarda görülen adetlerin aynısıdır (bkz. Acıpayamlı 1961:75-92) ve hatta bunların bir çoğu bugün de yaşanmaktadır.

 

Anadolu Hıristiyan kültürünün başlıca ritüellerinden birisi vaftizdir. Bu konuda kitaptan edindiğimiz bilgiye göre Ermenilerde vaftiz, doğumdan sonraki üçüncü günle sekizinci gün arasında herhangi bir gün yapılabilirdi ve vaftiz ayinin ardından harisa (yani keşkek Ermenice başka bir adlandırmayla keşkeg) pişirilmekteydi (2006:145).

 

Beşinci bölümde (Çocuk Büyütme) ele alınan çocukluk çağı, ad verme, lakaplar, kundak (khındağt), kudaklama ve [diş] hediği (hadig) uygulamaları hakkında bilgiler içermektedir (karş. İçin bkz. Örnek 1979).

 

Ritüeller, İnanışlar ve Kehanetler başlıklı altıncı bölüm, oldukça faydalı bilgileri aktarmaktadır. Ermenilerin taş ve özellikle de suya dair inançları hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Anadolu’nun birçok bölgesinde uygulanan ‘çömçe gelin’in, dönemin Ermenileri arasında yaşamış olması bir başka noktadır. Nuri (yanı sıra khuntsgululu, khuncgululu, çamçakhatun, çömçe gelin) adı verilen bezden yapılmış bir kadın kuklasının köy içinde gezdirilmesi suretiyle Tanrı’dan yağmur dilemek için yapılan uygulama hakkında açıklamalar aktarılmaktadır (2006:186) (karş. için bkz. Acıpayamlı 1963:21-29).

 

Ancak yazarların üzerinde durduğu bir bilgi vardır ki özellikle halkbilim araştırmacıları için önemlidir. Susie Hoogasian’ın yaptığı görüşmelerden birinde ona, ‘yağmur yağdırmanın en şaşmaz yollarından birinin, bir Müslüman’ın cesedinin kafasını kesip ırmağa atmak’ olduğunu söylediğini görüyoruz (2006:187). Bu uygulama, tam tersi bir açıklamanın Müslümanlarca yapılmış olması açısından önemlidir. Müslümanlar arasında yapılan araştırmalarda, yağmurun yağdırılması için ‘bir gâvurun kafasının suya atılması’ bilgisine rastlanmaktadır (karş. için bkz. Acıpayamlı 1963:19). Bu kesişmeli durum farklı alanlarda ortak noktalara doğru kayabilmektedir. Bu açıdan eser, Harput’ta bulunan Akhor Bab adlı bir kiliseden ve bu kilisenin şifa veren bir yer olarak kabul edilmesinden bahsetmektedir (2006:192). Öyle ki Hıristiyanlar kadar Müslümanlar da bu kiliseye gelerek dua etmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında, farklı inançlara sahip olsalar da, umudun, insanların hayatlarında ortak bir noktaya doğru ilerlemelerini dahi sağlayabilecek denli güçlü bir etki yaratabildiğini bir kez daha görebiliyoruz. Ritüeller, İnanışlar ve Kehanet bölümünde, güçlü bir karşılaştırma yapabilmemize imkan tanıyan bir başka kısmı da Hampartzum (İsa’nın Göğe Yükselişi) günü etkinlikleridir. Paskalya’dan kırk gün sonrasına -çoğu zaman mayıs ayı başına- denk gelen bugünde genç kızların gerçekleştirdikleri etkinlikler, çeşitli öğeleri açısından, Müslüman halkın kutladığı ve bir bahar bayramı olarak kabul edilen Hıdırellez’e benzemektedir (karş. için bkz. THKD 1990) Bu geniş kısmı, Halk Hekimliği, Hastalık ve Ölüm başlıklı yedinci bölüm takip etmektedir. Çeşitli hastalıklar ve bunların sağaltılması için köy halkının kullandığı reçeteler aktarılmakta ve ayrıca Ermenilerde yer alan nazar inancından bahsedilmektedir. Ölüm konusu bu bölüm altında yer alan bir başka alt başlığı oluşturmaktadır. Bir geçiş dönemi olarak, detaylı uygulamaları içeren ölüm konusu, kitapta kısaca ele alınmıştır. Ancak dönemin adetlerinin bilinmesi konusunda, yeterli temel bilgiyi ön bilgiyi sağladığı söylenebilir. Yazarların, ele aldıkları birçok inancı -özellikle doğaya bağlı olanları-, Hıristiyanlık öncesi Ermeni inançlarına bağladıkları ve bunu, inanç pratiklerini inceledikleri hemen hemen her bölümde ifade ettikleri görülmektedir (örn. 2006:183). Kimi yerlerde de bu inançların Hıristiyanlık içine nasıl yerleştirildiği açıklanmaktadır. Türkiye’deki halkbilim ve sosyal antropoloji literatürü, daha ziyade bu tip senkretik öğeleri İslam üzerinden irdelediğinden, çalışma, bu tip örneklendirmeleri araştıranlar için Hıristiyanlık açısından özel bir önem taşımaktadır. Son olarak Ekler (“Kaynak Kişilerin Doğum Yerlerine İlişkin Bilgiler” ve “Geleneksel Şarkılar ve Maniler”), bilgilerin alındığı kişiler ve sosyal yaşama ilişkin veriler sayesinde Anadolu’daki Ermenilerin 20.yüzyıl başlarındaki yaşamı hakkındaki bilgileri geliştirmektedir. Çalışma, okuyucuya birçok konuda yeri geldiğince detaylı bilgiler sunabilmekte aynı zamanda Müslüman ve Hıristiyan (en azından Ermeni) halklar arasında verimli hatta tamamlayıcı karşılaştırmalar yapabilmesini sağlayabilecek birikimi aktarabilmektedir. Bunu sadece yazarlara değil çevirmenin yaptığı katkılara da borçludur. Her iki yazarın çalışmasını tamamlayan en önemli nokta çevirenin dipnotlarıdır. Gerek günümüz Ermeni yaşamıyla yaptığı karşılaştırmalar gerek eksik kalan açıklamaları tamamlaması gerekse de bazı inanç ve uygulamalarla ilgili günümüz kaynaklarından açıklamalar aktarması, çevirenin, kitaba yaptığı takdire değer bir katkıdır. Özetle çalışma, Anadolu coğrafyasında yaşamış ve bugün de yaşayan halklar arasındaki ilişkilere, kültürel açıdan güzel bir örnek oluşturmaktadır. Halkbilimci ve sosyal antropologların -beraberinde kültürle uğraşan diğer araştırmacıların- faydalanabileceği dikkate değer bir kaynaktır. Bunu göstermek için kitaba temel olan araştırmanın yapıldığı 1960’lar ve 70’ler dikkate alınmış ve Müslümanlara yönelik karşılaştırmaların, zaman itibariyle paralel olabilmesi için bu incelemede özellikle eski tarihlere ait kaynak eserlere gönderme yapılmıştır. Tüm bunların ötesinde, halkların benzerliklerini ve farklılıklarını sergilemesiyle, bir anlamda, bir arada yaşamış ve yaşayan insanların, birbirini tanımasının ve bilmesinin ne kadar farklı sonuçlar yaratabileceği hissini de verebilmektedir.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.