Oylum küçük, içerik deryalar denli geniş, deniz derya emekçilerinin önemsiz görünen ama o küçük (!) insanın dünyasını dünya yazınına tanıtmış.
Kuşkusuz Ernest Hemingway, Sait Faik’te anlattı balıkçıları. Ama Yeruhan’ı okuyunca “cuk oturmuş!” diyorsunuz. Özünde Yeruhan’la Sait Faik aynı konuların yazarı. Yeruhan kısa, çarpıcı, insanın yürek tellerini koparan, “yapacak bir şey olmadığı ve elinden bir şey gelmediği için” sersemleten öykülerin yazarı. Öyküler konu olarak o denli gündelik ve sıradan ki, biz her an yaşıyoruz onları. Dil yine öyle, her yerde konuşuverdiğimiz, her kesimden insanla iletişimi kurduğumuz kıvraklık. Ustalık kurgu ve anlatımda. Şiir mi yazıyor, düz yazı mı? Okuyan karar versin.
Öykünün gücü Anadolu’dan, Anadolu insanının denizle ilişkilerinin uyum ve çelişkilerinden, sözlü Anadolu yazınının gücünden, insanı yürekten sevmenin gücünden geliyor.
Özellikle dikkat çeken, bütün öykülerde insanlar evde yaşamıyorlar, derme-çatma barakalar, balıkçı kulübeleri hep birbirine dayalı. İnsanların yaşama düzeyi aynı. Hepsi de birbirlerine karşı zaman zaman kırıcı, ama gizli kaçamaklı yardımlaşıyorlar. Geleceğe yönelik bir tasarımları yok, günü kurtarmaya çalışıyorlar. Ortak öğe, geçimlerini bin bir güçlükle denizden sağlamaları ve ilkel yaşamda içgüdüsel dayanışma, cemaat kültürü. Küçük sürtüşmelere karşın vazgeçilmez birliktelik…
Karides satıcısının genç ve güzel bayana göl düşürmesi, Hampik’le Siranuş’un umutsuz aşkı, Surpik-Husep aşkı, Guınik-Paruz aşkı, Vartuk-Hovak yangısı, yaşlı Samik için anne Sep-Arus’un çocukça duygusal yaklaşımları…
İnsanın yüreğinden geldiği gibi aşkını söyleyivermesi… beni alır mısın?.. Kızı bana ver… gel evlenelim… çok zayıfsın al şu on kuruşu kendine yemiş al… saf, yürekten, ön yargısız, içten pazarlıksız oluşu veren aşklar bence soruyorum kendi kendime:
“Aşk bu denli güzel anlatılır mı?
Okuyacak olanları üzmek istemiyorum, ama söylemeden geçemeyeceğim. O bütün güzel başlayan aşklar deniz tarafından başlatılıp deniz tarafından ölümle bitiriliyor. O güzel aşkların ölümle bitmesine gönlümüz olur vermiyor bir türlü. Hiç bir eğitim alma olanağı bulamamış sıradan deniz emekçilerinin yüreklerine insancıl duyguları gönül yüceliği aşk derinliği nereden geliyor.
Çocukluğumuzun kitapları iç sayfa desenleri ile süslenirdi. Hem elle resim çizme hem de öyküyü-kitabı anlamamıza yardım ederdi. Kitapta Aram Dzaduryan çizgileriyle bu güzel duyguyu yeniden yaşadım.
Yeruhan, tüm öykü kahramanlarını öldürürken gelecekten haber vermek mi istemişti?
1870’de İstanbul Hasköy’de başlayan yaşam, Bulgaristan ve Mısır’da sürerken 1908’de İstanbul’a yeniden neden döndü?
Liseyi hastalık nedeniyle son sınıf ta bırakıp, kendini yazına ve Fransızcaya adayan insan, 1915’de, eşi ve iki çocuğu ile Harput’tan Diyarbakır’a götürülürken, Mastar Dağı- Deveboynunda neden öldürüldü?
Neden köklerini Fransız gerçekçi akımından alan iyi bir yazardan kırk beş yaşında dünya yazını yoksun kaldı?
Pir Sultan’a, Nesimi’ye, Yunus Emre’ye, Sabahattin Ali’ye, 36 Sivas yakılmışına dayanamayan yüreğime bir de Yeruhan’ın acısı eklendi.
Dayan yüreğim! Erdem bayraklaşana değin ne acılar çekeceksin daha…