Mıgırdiç Margosyan, modern roman formunun eşiğindeki tezgâhından kendi ‘diyar’ına dair unutulmaya yüz tutmuş yaşanmışlıkları yansıtmayı, bu yaşanmışlıklardan çarpıcı kesitler sunmayı sürdürüyor. Onun, kitaplarında yansıttığı tanıklıklar olmasaydı, Diyarbakır’ın bir dönemine damgasını vuran, farklılıklarla örülü kültürel dokusu bir daha anımsanmamak üzere kaybolup gidecekti. Bunun içindir ki Varbet Margosyan her şeyden önce iflah olmaz bir folklar ustasıdır.
Tespih Taneleri, Margosyan’ın bu ustalığını sürdürdüğü son eseri.
Ne var ki, öncekilerden farklı olarak bu eseri, bağımsız öykülerden değil, yazarın -birinci tekil şahıs bakışıyla- kendi ağzından aktardığı, birbirleriyle bağlantıları ustaca kurulmuş bir anılar toplamından oluşuyor. Sıkça uygulanan bir sinema tekniğinden de esinlenerek geriye dönüşlerle akan eser, hem Türkiye’nin hem de Diyarbakır ve İstanbul’un yaklaşık elli yıllık bir dönemine tanıklık ediyor, bu dönemden unutulmaz insan manzaraları sunuyor, bu insanların sarsıcı trajedilerini -belki unuturuz diye- bir kez daha anımsatıyor bize.
Margosyan, Diyarbakır ağzıyla betimlediği folklorik bir arka planın önünde konuşuyor. Sanki öyküsünü bize, üzerinde iki beyaz kuşun gagasında çiçek deseni, ortasında da ters ‘s’ harfiyle Diyarbakır Hatırası yazılı siyah bir perdenin önünde oturmuş siyah körüklü, eski püskü bir fotoğraf makinesine poz verirken anlatıyor gibidir. Bu nedenle Margosyan’ın bu anlatısını ben ‘folklorik anı- roman’ diye adlandırıyorum.
Margosyan, sanki ‘kusan’ ya da ‘dengbej’ geleneğinin çağımızdaki sürdürücüsüdür. Onu bir yandan ‘çağdaş bir kusan’, diğer yandan ‘modern romanın eşiğindeki yazar’ olarak nitelemem boşuna değildir. Özellikle “Tespih Taneleri” eseriyle bu ikili tanımlama yerli yerine oturmaktadır. Doğrusu ben, onun bu eşikte durmayıp bir adım daha atarak bize modern roman formunda eserler vermesini bekliyorum. Çünkü bugüne kadar sürdüre geldiği anlatı formu artık işlevini tamamlamış, insanı evrensel derinliği ve boyutuyla kusursuz yansıtabilecek bir biçimi zorunlu kılmaktadır. Margosyan’ı kuşatan öz, kendisini daha iyi ifade edebilecek bir biçimi arıyor.
***
Varbet Margosyan, “Tespih Taneleri”nde bize bir değil onlarca öykü anlatıyor. Bunları bize tıpkı Dişçi Ali’nin (Nam-ı diğer Dişçi Sarkis, Margosyan’ın babası) Diyarbakır’daki Ermeni nüfusunu sayarken uyguladığı sayım yöntemiyle ‘tane tane’ anlatıyor. Bu anlatıda her ‘tane’, hem trajedisini kendi içinde yaşatan bağımsız bir âdemoğlu, hem de kaderleri birbirlerine tespih ipiyle bağlı âdemoğullarından bir âdemoğludur.
1915’te dağılmış olan tespih, ancak on yıl sonra, şu ya da bu rastlantıyla hayatta kalmış, çoğu deliliğin eşiğinden dönmüş kılıç artıklarının bir araya gelişiyle yeniden dizilmiştir. İşte bu folklorik anı roman, bu tespihin romanıdır. Dağılmış ve yeniden dizilmiş olan tespihin!
***
Bu tespihin her ‘tane’si bir roman, bir sinema! İşte bunlardan bazıları…
Tespihin son ‘tane’sinden başlayalım: On beş yaşındaki Margosyan’ın yüreğine ateş düşüren Zulal!.. Her ‘ilk aşk’ın akıbetine uğramış bir ilk aşk içte yaşanmış ve öylece kalmış dile getirilmemiş, dillenmemiş, masumiyetini korumuş bir ilk aşk! Sonu hüzünlü noktalanmış bir aşk öyküsü… Zulal’in anlatılan öyküsü bir romana konu olacak denli renkli ve zengin! Tespih’in ilginç ‘tane’lerinden Deli Ferho! İsrail’in kuruluşuyla birlikte Diyarbakır’ dan yeni vatanlarına gitmek üzere göç eden Yahudiler, olanca çabalarına rağmen Deli Ferho’yu ikna edememiş, onu kendi kaderiyle baş başa bırakmışlardır. Bir dönem kentin simgelerinden olan Deli Ferho soydaşları göç ettikten sonra adını değiştirmiş Selma Ghanım olmuş, hayatının son dönemini falcılıkla geçirmiştir.
Bir diğer karakter, Yahudiliğe dair tüm standartlardan sapan, korkusuz kabadayı Yahudi Yunus’tur. Bir ‘öteki’ olmasına karşın, hangi etnik gruptan olursa olsun tüm rakiplerini korkutup sindirmiş bir babayiğit! Onu efsaneleştiren bu özelliği aynı zamanda ölümünün de nedeni olmuş, Yunus Hançepek’te bir pusuda katledilmiştir.
Tespihin hiç kuşkusuz en acılı ‘tane’si, mazlumu, Margosyan’ın babaannesi Saro Nene’dir. ‘Kafle’de başta kocası olmak üzere tüm aile bireylerini yitirmiş olan Saro Hanım, uzun yıllar çıldırmanın eşiğinde gezinmiş, acı çekmiş, sonunda bir rastlantıyla oğlu Sarkis (Dişçi Ali) ile kızı Mirye’ye kavuşmuş, onları yine hak din Hisus Kristos’a döndürmüş, ekmek parası için pala bıyıklı inşaat işçileriyle birlikte sıvacılık yapmış, ama sonunda Gomidas’la aynı sonu paylaşarak delirmekten kurtulamamış, hayatının son yıllarını akıl hastanesinde geçirmiştir. Tespih’in ilginç ve renkli ‘tane’si Bill Nacaryan, ABD’ye göçmüş, orada kendi işini kurmuş ve yıllar sonra ‘kafle’ den sağ kurtulan yakınlarını bulabilmek umuduyla Türkiye’ye gelmiş iz sürmüş, sonunda iki yeğeninin Elazığ-Maden’de yaşadığını belirlemiş ve onlarla ilişki kurabilmek için Diyarbakır’ a gelmiş, buradaki Ermeniler’ den yardım istemiştir. Bill, sonunda yeğenlerine kavuşur. Ne var ki bu buluşma buruk bir buluşma olur. Çünkü yeğenleri din değiştirmiş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardır. Bill Nacaryan’la yeğenleri geri dönülmez bir yabancılaşmayı yaşarlar. Amerikalı Amerika’ya, yeğenleri de Maden’ e geri döner.
Tespih’in, beni derinden etkileyen bir diğer ‘tane’si, Gerc Gerebed, nam-ı diğer Cüce/ Dayi Gerebed’tir. Trajik yaşamı ayrı bir romana, dahası bir filme konu olacak denli ilginç olan bu kahramanımızı Margosyan’ın kaleminden tanıyalım: “Birinci Harb-i Umumi zamanı, gözleri görmediği için seferberliğe katılmayan, ama karanlık dünyasını sırtlayıp çıktığı Tehcir yolarından, sonunda kör değneğinin onu getirdiği Diyarbakır’da, yaşamını Surp Giragos Kilisesi’nin vakıf evlerinden birinde, kendisi gibi Tehcir’den sağ kalan, kimsesiz kocakarı Pıruş baco’nun himayesinde sürdüren, çoğunlukla oturduğu yerde tespih çekip yine aynı dam altında yaşayan Der Arsen’in zaman zaman avluda okuduğu İncil’in sesine kulak kabartıp onun manevi gölgesinde huzur arayan ve nihayet, kilisenin yönetim kurulunca ayda dokuz lira maaş bağlanan bu ihtiyara, Gâvur Mahallesi’ndeki tüm Ermeni evlerinin kapıları sonuna kadar açıktı.” Tespihin imamesi hiç kuşkusuz Dişçi Ali’dir! Romanı sürükleyen başkahraman… Nam-ı diğer Sarkis Margosyan, yazarın babası… ‘Kafle’de ana babasından ayrı düşerek kaybolmuş, on yedi yaşına kadar Kürtlerle yaşamış, Ali adıyla anılmış, sünnet edilmiş, beş vakit namazındayken büyük rastlantılarla yıllar sonra anası Saro’yu bularak yeniden Hisus Kristos’una kavuşmuş, zamanla Diyarbakır’daki Ermeni cemaatinin sözü dinlenir bireyi olmuş…
Dişçi Ali, az rastlanır bir ‘kahraman’, dahası evrensel özelliklerle donanmış bir ‘tip’! Okul yüzü görmemiş, okuma yazmayı kursta öğrenmiş, dış dünyaya alabildiğine duyarlı, her gün iki-üç gazete okuyan, radyo haberlerini kaçırmayan, dünyadaki ve ülkedeki gelişmeleri yakından izleyen, bilime ve teknolojinin önemine inanan, bir dişçiden dişçiliği öğrenen, mesleğinde ve yaşamının her alanında etik değerlere saygı gösteren, kendini sürekli değiştirip geliştiren, çocuklarını okumaya özendiren, onlara Jean Jacques Rousseau’nun Emile (= Eğitime İlişkin, 1763) eserini önerebilecek denli sağduyulu ve bilinçli bir kılıç artığı… ‘Kafle’ görmüş bir modernist!
Mıgırdiç Margosyan, bugününü, eserlerini, ‘kafle’ görmüş bir modernistin oğlu olmasına borçludur.
***
Tespih’in, öyküleri birbirinden ilginç diğer taneleri arasında sayabildiklerimiz şöyle: Margosyan’ın dayısı-ustası Demirci Ğhaço, Kumkapı’nın 50’li yıllarından ilginç bir tip Lokantacı Vahram, Diyarbakır’ın çilekeş papazı Der Arsen, Margosyan’ın fedakar anası Ğhıno Baco, Patrikhane görevlisi Garbis ve kendine özgü siyasal ve sosyal analizleriyle karısı Narin Hanım, Karagözyan’da bir gardiyan Düdüklü Karekin, Diyarbakır’dan bir görev adamı Dabağ Karnik, Margosyan’ın moral kaynağı hemşerisi Hovsep Keşiş, ‘kafle’de yiten, çarşaf giyinen Dişçi Ali’nin kızkardeşi cefakar Mirye, Anadolu’dan kılıç artığı Ermenilerin ikinci kuşak çocuklarını toplayan Sahag Papazyan ve ‘boyu küçük, fikri büyük’ Patrik Karekin Haçaduryan!
***
Margosyan, ‘soykırım’ sözcüğünü hiç kullanmıyor. Ne var ki, okur romanın ilk sayfasından son satırına kadar 1915’i bütün benliğinde duyumsuyor, bu trajedinin yarattığı yıkıcı etkiyi roman kahramanlarıyla paylaşıyor, tespih taneleri gibi yan yana dizili bu yaşanmış, gerçek öykülerden, hüzün dolu bir anlatı damıtıyor.
1915, roman kahramanlarını birbirine bağlayan bir harç işlevi görüyor.
Tespih Taneleri’ni okuyanlar, kitapta sık sık yinelenen ‘Kafle’ sözcüğüyle 1915’in kastedildiğini hemen anlamışlardır.
‘Kafle’, Türkçe ‘kafile’ kelimesinin Diyarbakır ağzındaki karşılığıdır. Trajediyi yaşayanlar, onu ne ‘soykırım’, ne ‘kıtal’ ne de ‘tehcir’ olarak nitelemişler. Tam tersine, ölüme kafileler halinde gidişlerinde hareketle 1915’i , mazlumlara özgü bir tevekkülle masum bir sözcükle ‘kafle’ diye adlandırmışlar. Hoş 1915, Ermenice bir sözcük olan ‘çart’ – Türkçe kırım, kesim, katliam- diye de adlandırmışlardır ama halk daha çok ‘kafle’yi yeğlemiştir.
***
Margosyan’ın eserleri kökeni ne olursa olsun hiç kuşkusuz her okurda büyüleyici izler bırakıyor, ama Diyarbakırlı okurların özellikle Diyarbakırlı Ermenilerin bu eserlerden aldıkları keyif bir başka oluyor.
Bildik bir kent, tanıdık insanlar, ilginç portreler, renkli diyaloglar, çarpıcı yaşam öyküleri, canlı bir folklor, ironi yüklü gelenek ve görenekler, ilginç yaşam kesitleri, tarihsel tanıklıklar… En önemlisi de Diyarbakır ağzı!
(Yeri gelmişken belirteyim: ‘Diyarbakır ağzı’na yabancı olan okurun, romanı okurken zorlanacağını, ama ilk sayfalardan sonra ‘samimi’ bularak bu Türkçe’ye alışacağını sanıyorum.)
Margosyan bizi elli yıl öncesine, artık yok olmuş bir yaşamı yeniden kurguladığı bir dünyaya, çocukluğundaki cennete götürüyor ve bizi bu cennette gezdiriyor O, aslında yitmiş bir cennette kendini, kendi çocukluğunu arıyor. Bu arayışında Margosyan öylesine ayrıntılara iniyor ki, şaşıp kalmamak olanaksız. Ne var ki, önceki eserlerinden farklı olarak Tespih Taneleri’nde ‘kafle’yi öne çıkarmış, 1915 trajedisini çocukluğundaki cennetle çatıştırarak, acıklı, dahası, etkileyici bir anlatı yakalamıştır.
***
Tespih Taneleri’ne dair analizimi, yaklaşık sekiz yıl önce Margosyan’ın “Biletimiz İstanbul’a Kesildi” adlı eseri için yazdığım değerlendirme yazısının son paragrafıyla noktalıyorum. “Ğhıno Baco, oğlu ‘Allah’ın ataşı’ Mıgırdiç Margosyan ‘ı uyuturken ona sevgi sözcükleri fısıldar, ‘fırfırik’ dermiş. Bu fırfırikler insanı adam eden sevgi sözcükleridir. Her insanın, anasından ya da babasından duyduğu ve bilinçaltına çökelmiş bir sevgi sözcüğü, bir fırfıriki vardır. Salt sevgi içeren birer ses kümesinden oluşan, anlamsız oldukları için hiçbir sözlükte bulunmayan, ama çıplaklık ve masumiyet yüklü bu sözcükler insanlığın harcıdır.” Margosyan, anası Ğhıno Bacı’nın, kulağına fısıldadığı sevgi sözcüklerini yıllar sonra romanı Tespih Taneleri’nde okurlarına fısıldıyor.