Söylesem hüzün olur, söylemesem de hüzün
Zaten sözler de bezgin… kime ne anlatılsın?
Hilmi Yavuz
1915’te Harput’tan tehcir edilen Yeruhan (Yervant Sırmakeşhanlıyan) eşi, iki çocuğu ve bir grup yakın arkadaşıyla birlikte Elazığ-Diyarbakır yolu üzerindeki Mastar Dağı’nda Deveboynu adıyla anılan mevkide katledilmemiş olsaydı sonraki kuşaklara hiç kuşkusuz daha çok öykü, daha çok roman, daha çok deneme, daha çok oyun bırakacaktı.1915 trajedisi yüzlerce Yeruhan’ı en verimli dönemlerinde alıp götürdü ve kökleri Anadolu topraklarına dal budak salmış bir halkın kültürünü kesintiye uğrattı.
Bu trajedi, Anadolu’nun çok renkli ve çok sesli kültürel geleneğine bir hançer gibi saplandı, yüzyıllar boyunca karışa yoğrula, incele süzüle ve pişe olgunlaşa biçimlenen Anadolu mozaiğinin parçalarından biri yerinden sökülüp atıldı. Bir kez daha mal-mülk için, ihtiras uğruna, dinsel ve ulusal kimliklerin egemenliği adına Kabil Habil’i katletti. Kesintiye uğrayan salt Habil’in kültürü değil Kabil’in de kültürüdür. Yeruhan’dan günümüze kalan, Mastar Dağı’nda kanayan bedeni değil, kesintiye uğramış bu ortak kültürün ürünleridir. Yeruhan’ın Aras Yayınları’ndan çıkan Balıkçı Sevdası adlı öykü kitabı bu ürünlerden biri.
* * *
Yeruhan, kısa öykülerinin toplandığı bu yapıtında, 19.yy’ın 20.yy’a evrildiği yılların İstanbul’undan bir kesit sunuyor. Öykülerinin mekânı kentin varoşları, kıyı kesimleridir. Yazarımız, bu mekânlarda yaşayan Ermeni balıkçıların, tayfaların ve sokak satıcılarının yoksul yaşamlarına tanıklık ediyor. Toplumun bu en alt tabakasının yaşam biçimini, insanlarının dünyayı algılayışlarını, değer yargılarını, sevdalarını, gelenek ve göreneklerini yansıtıyor. Okur, bu öykülerde İstanbul Ermenilerinin ‘en alttakiler’inden ve günlük yaşamları bu sınıfla kesişen orta sınıftan insan manzaraları bulacaktır.
* * *
Yeruhan, Ermeni edebiyatına 19.yy’ın son çeyreğinden başlayarak damgasını vuran ‘gerçekçilik ekolü’nün bir üyesidir. Bilindiği gibi, ‘gerçekçilik’ akımının bütün dünyada yaygınlık kazanarak felsefi temellere oturması pozitivizmin kurulduğu yüzyıla, 19.yy’a rastlar. Bu akım, doğayı, insanları ve olayları günlük yaşamları içinde ayrıntıya inerek konuşma diliyle canlandırır. Yeruhan da tüm gerçekçi yazarlar gibi, Ermeni toplumunun ‘en alttakiler’ini konu aldığı öykülerinde onları günlük yaşamları içinde üslup kaygısı gütmeden basit konuşma diliyle canlandırmaktadır.
Öte yandan, her gerçekçi yazar gibi yazarımız da, öykülerinde nesnelliğe özen göstermekte, ne var ki hiçbir zaman tam nesnel olamamakta, kendi duygu ve düşüncelerini yapıtlarına yansıtmaktan kendini kurtaramamaktadır. Bu öznellik, Yeruhan’ı gerçeği iyi-kötü, güzel- çirkin, olumlu-olumsuz, doğru-yanlış gibi karşıt değer yargılarıyla yazmaya itmekte kahramanları ve olayları sorgulayan bir çizgiye taşımaktadır.
Yeruhan’ın gerçekçiliği, daha çok 19.yy’ın sonlarına doğru filizlenen ve 20.yy’ın ikinci çeyreğinde ayrı bir ekol olarak biçimlenen ‘toplumcu gerçekçiliğe’ yakındır. Çevrenin ve toplumun insan üzerindeki etkisini önemseyen, bunun için de kahramanlarının görüş ve psikolojilerine uyumlu betimlemelere geniş yer veren yazarımız, diğer toplumcu gerçekçi yazarlardan dramatik öğeye ve olay örgüsüne verdiği önemle ayrılır. Yeruhan’ın çok kısa öykülerinde dahi gerek dramatik öğeye ve gerekse olay örgüsüne özel bir önem verdiği görülmektedir. Ne var ki, öykü sonlarındaki ‘abartılı trajik bitiş’lerin okuru gerçeklik duygusundan uzaklaştırdığını belirtmek isterim.
Yeruhan’ı yaşadığı dönemin şartları içinde değerlendirmek gerekir. Onu günümüz öykücülüğünün ölçütleriyle eleştirmek haksızlık olur. Örneğin dünya öykücülüğünün doruklarından Guy de Maupassant’ı bir an için çağdaş öykü anlayışı çerçevesinde değerlendirdiğimizde Yeruhan için yapılabilecek eleştirilerin Mauppasant için de geçerli olduğu görülecektir.
Yeruhan ilk öykülerini kaleme aldığında, Osmanlı’da Tanzimat Edebiyatı yerini yeni bir döneme Edebiyat-ı Cedide’ye (Servet-i Fünun) bırakmıştı. Osmanlı edebiyatındaki gerçekçilikle Ermeni edebiyatındaki gerçekçilik hemen hemen eş zamanlıdır. Eğer bir kıyaslama yapılacaksa, Yeruhan’ın öykücülüğü sorgulanacaksa, onu çağdaşı Servet-i Fünun’la kıyaslamak doğru olur. Böylesi bir kıyaslamanın, Türk ve Ermeni edebiyatlarının karşılıklı etkileşimini göstereceğine inanıyorum.
* * *
‘Balıkçı Sevdası’, dokuz kısa öykü içeriyor. Yeruhan’ın bu öykülerde ‘en alttaki’ insanların dünyasıyla ilgili vermek istediği mesajı yine kendi kaleminden izleyelim. Bu mesajı ‘Küçük Sep’in Hikayesi’ adlı öyküsünün kahramanı Midyeci Serko’nun betimlenen kişiliğinde bulmak olanaklıdır:
“Hareketlerinde, alt tabakadan insanlara özgü, kendini beğenmiş bir pehlivan edası vardı. Bu insanların denizde, güneşin altında, sokaklarda sürdükleri çilekeş hayat, güçlerini kuvvetlerini daha da arttırır sanki. Kaba saba yaşamlarında, üst tabakadan insanların konforlu yaşantılarında kesinlikle bulamadıkları bir mutluluk bulur bu insanlar. Bu işte Tanrı’nın bir parmağı olsa gerek.”