Romanlarıyla tanınan Zaven Biberyan’ın 1961’de Getronagan Lisesi’nden Yetişenler Derneği tarafından basılan ve 2017’de Aras Yayıncılık tarafından yeniden yayımlanan öykü derlemesi Deniz, Natali Bağdat çevirisiyle ilk kez Türkçede. Biberyan’la birlikte sıradan insanların hüzünlerine, meraklarına, sevinçlerine ve hayal kırıklıklarına ortak olduğumuz 12 öyküden oluşan Deniz, yaşamın türlü hallerini incelikli bir şekilde resmederken, yazarın edebi kişiliğini de daha yakından tanımamızı sağlıyor.
Ne hakkında? Hikâye ne?
Deniz, Zaven Biberyan’ın 1961 yılında, “başlıca öyküler” tanımıyla derlediği 12 öyküden oluşan öykü kitabı. En eskisi 1946’da, en yenisi de yayın yılı olan 1961’de yazılan öyküler, tıpkı Zaven Biberyan’ın romanlarında olduğu gibi odağına aldığı farklı karakterle yaşamanın, insan olmanın sancılarını birey-toplum çatışması üzerinden ele alıyor.
Zaman dilimi ve mekân
Ağırlıklı olarak 1940’lar ve 1950’ler ortası. Öykülerin çoğunluğu İstanbul’da (özellikle Büyükada) ve taşrada geçiyor. İki öykü de Beyrut’ta geçiyor.
Okumadan önce bilmemiz gerekenler
*Zaven Biberyan, hayatının büyük çoğunluğu Moda, Kadıköy’de geçirmiş, Ermenice edebiyatın en önemli kalemlerinden biri.
*Karıncaların Günbatımı, Meteliksiz Aşıklar ve Yalnızlar olmak üzere üç romanı olan Zaven Biberyan’ın kendi hayatını anlattığı Mahkumların Şafağı isimli bir otobiyografisi de var. Tüm eserlerinin ortak noktası ise birey-toplum çatışması.
*Sosyalist fikirleri yüzünden hapse giren, çalıştığı gazeteden ayrılmak zorunda bırakılan ve hatta gönüllü sürgüne Beyrut’a giden Zaven Biberyan’ın siyasetle bağı hiçbir zaman kopmuyor. 1968 yılı yerel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçiliyor ve meclis başkan yardımcılığı yapıyor.
Kitaba dair en çok neyi sevdin?
Öykülerin çeşitliliğini. Karakter / tema / mekân olarak birbirinden farklı öyküler okuyoruz bu derlemede. Üstelik romanlarından alışık olduğumuz dünyalara selam versek de onların çok uzağına gidiyoruz. Beyrut’ta define arayanlardan tutun da Büyükadalı bir babanın kızına dair endişesine, oradan Zigana Geçidini mesken tutan bir yasak aşka ve bir hapishane koğuşuna kadar türlü türlü evren var önümüzde. Öykü derlemelerindeki bu çeşitliliğin büyük zenginlik olduğunu düşünüyorum.
En az neyi sevdin?
Keşke 12 değil de daha çok öykü olsaymış dedim ama Zaven Biberyan’ın yazmaya her zaman fırsat bulamayan bir hayatı olduğunu bildiğim için iç sesimi hızla susturdum.
Yazıma dair neler söyleyebilirsin?
Zaven Biberyan öykülerinde de tıpkı romanlarında olduğu gibi sade bir dil ve anlatım kullanıyor. Lafı hiç dolandırmadan doğrudan öyküye giriş yapıyor. Farklı kesimlerden insanları anlattığı için her şeyin gerçeğe uygun olmasına çok dikkat ediyor. Bu özen de özellikle diyaloglarda kendisini gösteriyor. Uzun zamandır bu kadar iyi yazılmış diyaloglar okumamıştım. Hem bu kadar gerçek hem de bu kadar etkileyici olmak da her yazarın harcı değil.
Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi?
Tüm kitabı bir gecede okudum. Tabii bu benim oburluğum. Aklı başında okuyucu her gün 1-2 öykü okuyarak kitabın lezzetine başka bir şekilde de varabilir. Ben öyle yapamadım çünkü öykülerin hepsi çok davetkâr. Pişman mıyım, tabii ki değilim.
Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu?
Lezzetini kaçırmamak için detaya giremiyorum ama “Bahar” adlı öyküde filizlenen bir ilişki var. O kısmı doğru mu anladım diye tekrar okudum. Doğru anlamışım. Tek diyebileceğim dönemi için oldukça cesur bir deneme olduğu.
Kitap, modunu nasıl etkiledi?
Büyük bir hayranlık uyandı içimde Zaven Biberyan’a dair. Romanlarını çok sevdiğim bir yazarın öykülerinin de bu kadar iyi olması beni çok mutlu etti. Tabii bu kadar iyi bir yazarın hâlâ yeterince tanınmadığını da hatırladım sonra. O zaman da içimde hafif bir burukluk hissettim.
Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu?
Aslında Mahkumların Şafağı’nı okurken Nafıa askerliğine dair çok şey öğrenmiştim ama birkaç öyküde tekrar görünce bilgilerimi bir ufak tazelemek istedim. Kısaca özetleyeyim, Nisan 1941’de çıkan yasayla 25-45 yaş arası Ermeni, Rum, Yahudi erkekler zorla silah altına alınıyor; Anadolu’nun türlü yerlerine yol, köprü inşaatlarında çalışmaya gönderiliyor ve ancak Temmuz 1942’de terhis ediliyorlar. Üç ay sonra Varlık Vergisi ile karşılaşacaklarını bilmeden üstelik. Ne demeli ki… zalimin zulmü kendine illa bir yol buluyor.
Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?
“Deniz” derlemedeki en güçlü öykülerden birisi. Okuma zevkini kaçırmasın diye ne anlattığına değinmeyeceğim ama Biberyan’ın bu ismi neden seçtiğini çok iyi anlıyorum. Çok da doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum.
Bu kitabı seven şunları da sever (Akla gelen başka kitap önerileri)
Madem Zaven Biberyan dedik, o hâlde Ermenice edebiyattan ilerlemek fena olmayacak sanki.
*Paris’e yerleşen bir Türkiye Ermeni’sinin kimlik bunalımını ele alan Şahan Şahnur’un Sessiz Ricat romanı
*İngilizce yazmasına rağmen, 20. yüzyılın en önemli Ermeni yazarları arasında anılan William Saroyan’ın öykü kitabı İnsanlık Komedisi
*Zabel Yeseyan’ın novellası Son Kadeh
*Ermeni taşra edebiyatının önemli temsilcilerinden Hagop Mıntzuri’nin öyküleri Turna Nereden Gelirsin?
*Mıgırdiç Margosyan’ın Gâvur Mahallesi isimli öykü kitabı ilk aklıma gelenler.
Bunların dışında özellikle yeme-içme merakı olanlar için, yemeğin anılara karıştığı Takuhi Tovmasyan’ın Sofranız Şen Olsun ve Silva Özyerli’nin Amida’nın Sofrası ile Amida’nın Ruhu kitapları da birer başyapıt niteliğinde.
Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?
Hayatı türlü mücadelelerle geçmiş ve insanlardan (dünyadan) oldukça yılmış birisi olduğunu düşündüğüm için bir şeyler sormaktansa onun konuşmasını beklerdim. Konuşmak istemezse de hiç üstelemezdim çünkü bazı insanlara sessizlik de yakışıyor.