Okunmamış Her Kitap Yenidir, Mesela

Okunmamış Her Kitap Yenidir, Mesela
Birgün Gazetesi
Ümit Bayazoğlu
17.12.2006

Bundan iki yıl kadar önce, (tesadüf eseri) bir kitap tanıtım dergisinin basındaydım. İlk kez o zaman fark etmiştim piyasada “eski” kitaplar “yok hükmünde” muamele görüyor. Burada eskiden kasıt, sahaflık, müzayedelik, antika kitaplar filan değil. Mesela içinde bulunduğumuz yılın ilk aylarında basılan kitaplar bile “eski” kategorisine dâhil ediliyor. Bundan beş-altı ay önce piyasaya çıkmış bir kitap, eğer o günlerde tanıtıldıysa ne âlâ. Tersi halinde, birkaç ay sonra artık o kitap -önemi ne olursa olsun- gündeme getirilmiyor, unutulup gidiyor. Kitapçılar da böyle ıskalanmış kitaplara raflarında en fazla bir hafta yer veriyor. Yenilere yer açmak için eskiler depoyu boyluyor.

 

Elan piyasada hüküm süren malûm kitap eklerinde, kitap köşelerinde, hangi kitapların hangi ölçütlerle değerlendirmeye alındığı, hangi yayınevlerine ve hangi yazarlara ve hatta hangi tür ve temalara öncelik verildiği konusuna girecek değilim. Her yayınevinde bir numunesi bulunan yanaşma kitap tanıtım uzmanları da ayrı bahis.

 

Okur tüm olup bitenden bihaber, önüne konan neyse onu tüketiyor. Hâlbuki boktan bir sofra bu. Benden söylemesi, siz siz olun kendi kitabınızı kendiniz keşfedin. Kitap dergilerine, “bakalım bu sayıda yine hangi kitaplar ıskalanmış, hangi yazarlara haksızlık edilmiş, hangi sahte şöhreüere övgüler düzülmüş” gözüyle bakın. Mesela bir kitap dergisinde 30 yeni kitap tanıtılmışsa, bunlardan 25’inin çöp olduğunu bilin. Hele hele “çok satanlar” listesine gözünüzün ucuyla bile bakmayın, bu listeye ancak kimlerin “çok satmak” üzere tezgâhlandığını merak ettiğiniz zaman bakın. Unutmayın, sizin için okunmamış her kitap, baskı tarihi ne olursa olsun yenidir. O yüzden âleme dayatılan “yeni” kitap fetişizmine de kanmayın. Hatta tam tersine, yenilerden uzak durun, çayın demini bekler gibi bir uzak duruş olsun bu. Hem sonra ebedi bir tesellimiz var: Kıymetli olan şey eskimez, hiçbir zaman kaybolmaz, yerde kalmaz.

 

Mesela Takuhi Tovmasyan’ın yazdığı ye-mek-anı kitabı “Sofranız Şen Olsun” tam da bu noktada anılacak kitap. 2004’te basılmış. Şimdi bu kimilerine göre eski bir kitap. Out yani. Fakat benim gibi henüz okumuşlar içinse yepyeni bir kitap. Daha da ötesi, bundan da iyisi yazılana kadar yeni kalmaya devam edecek bir kitap. Vaktiyle görmemişim, benim gibi binlerce okurun da bu kitaptan habersiz olduğuna eminim.

 

Takuhi’nin ailesi az bilinen, az rasdanan Trakya Ermenilerinden. Çorlu’dan, Çatal-ca’dan, Silivri’den, Tekirdağ’dan, Malkara’dan Ermeni’ye sık sık rasdayamazsınız. Zorunlu göçten Takuhi’ler de etkilenmiş. O sevimli Trakya içlerinden kalkıp, İstanbul’un Yedikule semtinde bir kez daha hayata tutunmuşlar. Al-lahtan aileden iki delikanlının Osmanlı ordusunda asker oluşu nedeniyle zoraki göç onları vurmamış. Fakat taşra artık tekin olmaktan çıktığı için kıblesi Sulumanastır olan Narlıka-pı, Kumkapı, Samatya semtlerine eklenmişler Yedikule’de. Takuhi Bakırköy’deki Dadyan Okulu’ndan mezun. “Sofranız Şen Olsun” onun ilk ve belki de son kitabı. Okuduğunuzda göreceksiniz, bu kitap gerçekten sadece bir yemek kitabı değil.

 

Takuhi aile büyüklerinden öğrendiği yemeklerden 20 küsurunu seçmiş anlatmak için. Reçetesini verdiği yemeklerin ortak özelliği, gayet fakir malzemelerden yapılabilmesi: Un, pirinç, soğan, fasulye v.s. Tuz ve ateş de varsa Takuhi bu listeden gayet lezzetli birçok yemek çıkarabilir. Takuhi’lerin özelinde mi, yoksa tüm Ermeni mutfağında mı böyle, soğan başköşede. Üç beyaz un – tuz – şeker ha keza. Her türlü bakliyat ve sakatat, hemen önlerindeki sahilden (Marmara) her türlü balık ve diğer deniz canlıları sofralarının başlıca karakterleri.

 

Takuhi’nin dedesi Yedikule kapısı çıkışında, “Fetih şehitlerinden Elek Baba”nın yatırı başında, mezeleriyle ünlü bir gazino işletir-miş. Mutfağını Çorlulu babaannenin çekip çevirdiği gazinoda, ayrıca seyyar berber ve seyyar dişçi de sanat icra ederlermiş. Gündüzleri civar bostanlarda çalışan bahçıvanlar, geceleri de ehli keyifler buradan eksik olmazmış. Haliyle mutfağı da çok hareketliymiş. O yüzden ailede mutfak işlerine herkes aşina. Takuhi’nin çocukluğu hep böyle kalabalık mutfaklarda geçmiş. Onların ayaklarına dolaşarak, eteklerinden tutarak büyümüş. Kitabının 146. sayfasında o da zaten bunu itiraf ediyor:
“Sokakta hiç ip atlamadım, seksek, saklambaç, top oynamadım, komşunun ayva ağacına çıkmadım. Ev işlerini bir oyun gibi gördüm. Suyla sabunla oynadım. Bahçe sulamaya bayılırdım. Bakla, bezelye toplamayı, bağda üzüm salkımlarını sepete yerleştirmeyi ufak yaşta becerebildim. Kim nerede yemek yapsa ben onun yanında dururdum. Sonra başladım anamla rekabete. Beğendiğim hanımefendilerden tarifler alıp anama meydan okumaya kalkıştım. Babamı, dayımı, eniştelerimi gur-me olarak kullandım. Onlara boynuz kulağı geçti dedirttim. Ama çok sonra bu atasözünün bir devamı olduğunu öğrendim. Meğer boynuz kırılır, kulak kalırmış.”

 

Takuhi burada kendine haksızlık ediyor. Eğer o annesinin, büyük annesinin mutfağını öğrenip yazmasaydı, bugün kimse bu çok özel mutfağı tanımayacaktı fasulya paçası, Havidz, midye salması, Petaluda, dalak dolması, Kocagörmez, cizleme, Pintikarı böreği gibi çok kendine mahsus yemekler de kaybolup gidecekti.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.