1955’te İstanbul’da doğan Esther Heboyan, öykülerinde Ermenilerin, Türklerin, Rumların, Yahudilerin bir arada yaşadığı kentin o eski mahallelerinde gezinirken, ailesinin ve komşularının yaşayışını, özlemlerini, yoksulluklar içindeki mutluluklarını, iyi bir fotoğrafçıya has keskin sezgilerle resmediyor. Kameranın objektifi, kâh el attığı hiçbir işte dikiş tutturamayan bir esnafa, kâh Elizabeth Taylor hayranı bir ev kadınına, kâh henüz okul çağına bile gelmemiş küçük bir kız çocuğuna yöneliyor. Sevdiklerini ekmek parası uğruna bırakıp Almanya’ya işçi olarak gidenleri, özene bezene hazırladığı çeyizi, birdenbire ortadan kaybolan genç kızı, mahalle sütçüsüne borcunu ödeyemediği için evinden çıkamayanları, bir türlü doğru telaffuz edilemeyen Ermenice isimleri, gurbette insanın içini sızım sızım sızlatan İstanbul hasretini yansıtan bu öyküleri okurken, çeşitli siyasi gerginliklerin mahalle hayatının havasını ağır ağır kirletmeye başladığına da tanık oluyoruz.
Gecenin sessizliğinde hafızamın derinliklerini yokladım. Garbis Amca’mın Avrupa’ya gidişi geldi gözümün önüne. Karaköy limanındaki dev yolcu gemisi, aileler ve dostlar, sarılmalar, ağlaşmalar, hoparlörden yayılan bir ses, Zehra Bilir’in boğuk sesi. Biri onu gemide görüp tanımış ve Kapıldım Gidiyorum şarkısını söylemesini rica etmişti. Şarkıyı bir kez daha duyma arzusu doldurdu içimi. Nasıl olacaktı? Süpermarketteki Türk kasiyer kıza sorsa mıydım? Bu fikir içimi biraz rahatlattı, gerçi benden yirmi yaş küçük Leyla’nın şarkıyı bildiğine hiç ihtimal vermiyordum ya…
*
“Silva’cığım, kendini Elizabeth Taylor’la kıyaslamaya kalkmayacaksın harhalde,” diye sordu şaşkınlıkla Ani. “Güzellik onda, para onda. Her şeyi yapabilir, her şeye sahip olabilir. Seninse, kocan yasak ettiği için mahalleden çıkmaya bile hakkın yok.”
“Ne yani! Biz de gudubet değiliz ya!” diye hiddetle çıkıştı Silva. “Güzelce giydirilip kuşatılan o taşbebeklerden herhangi birinin peşinde bir alay yaygaracı velet takın, önüne bir kova su ile yer bezi, rendelenecek soğanlar, içi doldurulacak biberler, çitilenecek bir ton çamaşır, kocanın, çocukların çamaşırları, kaynananın perdeleri, büyük halanın kolalanacak masa örtüsü ve daha bilmem ne koyun da, bizden ne fazlası varmış görün!”
1955'te İstanbul Harbiye'de bir Ermeni ailesinin ilk çocuğu olarak doğdu. Sonraki yıllarda okula başlayacağı Anarad Hığutyun Ermeni İlkokulu'nun bulunduğu Harbiye Ölçek Sokak'taki bir evin alt katında kiracı olarak yaşıyorlardı. Sayacılık yapan babası Hovsep 1961'de gästarbeiter (göçmen işçi) olarak Almanya'nın Göppingen şehri yakınlarındaki Faurndau adlı küçük bir köye yerleşti. Anarad Hığutyun'un ikinci sınıfını bitirdikten sonra annesi Ani ve kız kardeşi Nadya'yla birlikte Türkiye'den temelli ayrılıp babasının yanına gittiğinde yıl 1963'tü. Babası Paris'te sayacılık yapmaya devam ederken, o güne dek ev dışında çalışmamış olan annesi bir atölyede terzilik yapmaya başladı. Paris'te Nanterre Üniversitesi'nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı üzerine öğrenim gören Heboyan, 1980'de ABD'ye gitti. Iowa City Üniversitesi'nde Fransızca dersleri verdi ve gazetecilik eğitimi aldı.
1982'de Fransa'ya döndükten sonra Paris III Üniversitesi'nde İngiliz dili üzerine doktorasını yapan Heboyan, sonraki yıllarda ağırlığı Amerikan edebiyatını öğretmeye ve araştırmaya verdi. Fransızca ve İngilizce öykü ve şiirleri yayımlandı. Université d'Artois'da Amerikan edebiyatı dersleri vermekte olan Heboyan, son yıllarda, başta ünlü yazar Nedim Gürsel'in eserleri olmak üzere, çeşitli Türkçe kitapları Fransızcaya çevirdi.
Zaman Gazetesi Ali Çolak 06.10.2007
Notos Öykü Dergisi Ömer Ayhan 01.10.2007
Radikal Gazetesi Nemciye Alpay 03.07.2007
Radikal Gazetesi Necmiye Alpay 06.07.2007
Zaman Gazetesi Elif Tunca 03.06.2007
Agos Gazetesi 18.05.2007